26 Eylül 2014 Cuma

Sıram Geldi

Sıram Geldi, Süleyman Güden tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Nörokey Yayınları, Deneme, 9786058937949, 205 Sayfa, Eylül/2014
Kitabın 70. ve 71. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Bugün içimden eksilenlerin toplanıp gece kahvesine ge-lişine tanık oldum. Bir kadın bir şehri terk etti bugün. Bir adam eski hayatına veda edip uzun bir yolun peşine düştü. Bir adam saydam gözlerinde ne olduğunu bilmediğim bilmediğim için bir türlü isim veremediğim bir aşk koydu önüme. Restini gördüm, fakat kartlarımı açmadım. Bir anne bugün çekip gitmeye kararlı kızının düşsel saçlarını yolup sıkıntısıyla birlikte pencereden attı. Fakat rüzgâr o kadar adil ki, size ait olmayan bir şeyi boşluğa fırlattığınızda hemen size geri gönderebilir. Bugün denize o kadar çok baktım içimi okumaktan vazgeçti. Bugün bir adam evi terk etti. Nereye gittiğini kimse bilmiyor. Hayatın ona zorla biçtiği tüm rollerinden yorgun. İşadamı, koca ve baba olmak taşıyabileceğinden ağır yüklerin habercisi. Bugün bir araba şarampole yuvarlandı. Kaza yerinde tutanaklar, yolu çevreleyen uyarı levhaları ve çığlıklar arasında bir ölüm provası yapılırken, içinden yaralar alıp çıkan üç kişi için hayatın sınırları yeniden belirlendi. Kazalar, bizi kendimize getirdiği için varlar sanki. Bugün beyazlayan saçlarımdan biri usulca omzuma dökülüverdi. 26 yaşın saçları biraz daha adil bir muameleyi hak ediyor olmalı. Bugün sokaklarda boğulan, fakat günlük hayhuya kapılıp bunu sürekli öteleyen insanların arasında bir gün daha geçirdim. Çığlıklar caddelere döküldü. Korna seslerinin arasında sesleri cılız, yanıp sönen ışıklarda aralıksız bir öfke nöbetine dikildi hayatlarımız.
Bugün bir gece nöbetinde yıllardır acısını unuttuğum bir yaranın tekrar sızlamaya başladığının farkına vardım.
Bugün, eksilişlerimin yirmi altıncı yıldönümü. Belki yirmi yedi ya da yirmi sekiz... Rakamların anlamlarını yitirmeye başladığı dönüm noktalan var elbette. Pencereden sessiz sokağı izlerken aniden ölüme giden yaşlı ve hasta bir köpeğin çığlıkları geceyi işaretledi.
Bugün eksildim ve gördüm ki bunlara benzer bir sürü şey göreceğim bu oyun bahçesinde bulunduğum sürece. Her gece boşluk her sabah küfür. Her sabah Allahım yine mi? Diyeceğim.
Soru işaretlerinin çengelini kalbimin ucuna takıp uçuşa geçtiğim bir sanrılı sessizlikte bana ne olduğunu anlamaya çalıştığım günlerin ardı arkası kesilmeyecek.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

25 Eylül 2014 Perşembe

Lüzumlu Adam İshak Alaton

Lüzumlu Adam İshak Alaton, Mehmet Gündem  tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. |  Alfa Yayınları, Biyografi, 9786051064499, 306 Sayfa, Ağpustos/2014
Kitabın 122. ve 123. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

SADECE İŞ ORTAĞIYIZ

Farkında olmadan biz çok ileriyi görmüş, planlamış ve çok doğru, çok önemli bir iş yapmışız.
Daha o tarihlerde, yani ortaklığın ilk yıllarında iş hayatı ile özel hayatın ayrımına vardık.
Ailelerimizi görüştürmedik, ortaktık ama iş hayatının dışında kendi özel hayatımızı da kurduk, pek birbirimize gidip gelmedik, yüz göz olmadık. Hafta sonlarında, tatillerde farklı yerlerde yaşadık.
İş hayatında birlikte çalışan insanların aralarının zaman içinde bozulmasına en fazla eşlerinin sebep olduğuna şahit olduk. Fazla samimiyet ve içiçelik zamanla kıskançlıklara ve çekişmelere yol açıyor. Bu olumsuzluklar da doğal olarak eşlere yansıyor ve çoğu zaman yıl' larca dost veya ortak olan bu iş insanlarının arası açılıyor, kırk yıllık dostluklar bir hiç uğruna düşmanlığa dönüşüyor, birlikte başarılmış büyük ortaklıklar bozulmaya gidiyor.
Bu insanlar arası ilişkilerdeki zafiyeti erken zamanda gözlemlediğimiz için eşlerimizin samimi ilişkiler kurmalarını önleme yolunu seçtik. Zaten, tesadüfen de olabilir çok farklı iki mizaca sahip insanlar oldukları için hiçbir zaman yakınlaşma olmadı. Üzeyir'in eşi Halep doğumlu, Ortadoğu kültürüne açık bir insan, benim eşim ise Çekoslovakya'da doğmuş ve ailesiyle İkinci Dünya Savaşı sonra-, mülteci olarak İsveç'e sığınmış, Batı Avrupa kültüründe yetişmiş, edebiyat ve klasik müzik meraklısı bir insan. Bu endişemiz de böylece kendiliğinden yoluna girmiş oldu.
 Tabii bunlar masaya oturup bir seferde alınan kararlar değil, defalarca süren tartışmalarla ulaşılan bir seviye, akıl yolu... Aslında bizim yaptığımız birbirimizi eğitmektir. Yani daha iyiyi nasıl buluruz diye bir eğitim yaşıyoruz, ama bunun da o dönemde pek bilincinde değiliz, fakat konuşurken amacımız hep bir çözüm yolu bulmak ve bu çözümün uzun vadede de geçerli olması, çözümün son kullanım tarihinin mümkün olduğu kadar ileriyi işaret etmesi... Tabii ortaklıkta bu tür süreçler bağları ve birlikteliği de kuvvetlendiriyor, pekiştiriyor. Aynı zamanda birbirimize olan güveni de arttırıyor; "Bu insan, benim iyiliğimi isteyen insandır," diyoruz birbirimize. En önemlisi, açık ve samimi tartışma ve çare üretme kanallarını acık tutma merakımız...
Ortakların birbirleri için. "O olmasaydı ben bu noktaya geleme-yebilirdim" diyebilmesi çok önemlidir.
İtiraf etmeliyim ki, Üzeyir ile ikimizin arasındaki bu iletişimde ben daha çok ona medyun-u şükranım. Çünkü o kendini ispat etmiş, önemli bir şirketin başmühendisi olmuş, üniversiteyi birincilikle bitirmiş. Teknik Üniversite'yi birincilikle... Ve 21 yaşında Teknik Üniversite'yi bitiren tek öğrenci olmuş, adam daha o yaşta tarihe geçmiş... Böyle bir adam benimle ortak oluyor, bu benim için çok büyük bir kazanç. Ben ona çok büyük bir saygıyla bakıyorum. Sevginin yanında saygım da var, saygı duyuyorum. O da bana aynen mukabele ediyor. Ben ondan iki yaş büyüğüm.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Yalnız İnsanlar Sokağı

Yalnız İnsanlar Sokağı, Arif Çıplak tarafından hazırlanılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. |  Nörokey Yayınları, Derleme, 9786058937918, 190 Sayfa, Eylül/2014
Kitabın 128. ve 129. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Meteliğim yok! dedi cılız oğlana. Benim de yok! dedi oğlan. Şimdi ne olacaktı? Sarhoş kafayla dram büyüyordu. Bi taksi paranda mı yok? Hayır, yok! Çok genç birine takıldığı için kendine lanet okudu. Göt gibi açıkta kalmıştı işte! Barda, sahipsiz duran bira bardağına uzandı, lıkır lıkır tepesine diktikten sonra bön bakışlarla cılız oğlana baktı. Bu gece her şey gereğinden fazla berbattı. Geçmişi anımsamak tuz biber ekmişti. Yatacak bir ev bulamayacağını hissediyordu, bu arada cılız oğlan iki bira ısmarladığı için elini kıçından çekmiyordu. Hiç mi hiç aldırmadı. Tuvalete gitmek bahanesiyle dans edenlerin arasına karıştı.
El, kol, bacak hareketleriyle çırpınanların arasında yol bulmaya çalışırken aklına gelen parlak fikirle sarsıldı.
Sağa sola, aşağı yukarı kıvrılan kıçların erkek olanları, onların arka ceplerindeki cüzdanlar. Şimşekler çakmaya başladı. Gözünü diri bir erkek kıçının üzerinde kabarıklıktan ayıramıyordu. Cüzdana sıkışmış pembe onlukları, yeşil yirmilikleri görür gibi oldu. Cesaretini toplamaya çalıştı, düşünmek için tuvalete indi.
Tuvalette zihni açıldı, kafası daha iyi çalışmaya başladı. Zor durumdaydı, çözüm bulması şarttı. Yukarı çıkınca uygulayacağı plan hazırdı. Heyecanla yutkundu. Dans eden oğlanın cüzdanını yürütecekti, felaket derecede arttı kalp atışları.
Ah şu yasak olanı yapmak, Alev'i ordan oraya sürükleyen de bu değil miydi? Bu kez öyle değildi gerçi. Beş parası yoktu sahiden. Burnunu dik tuttuğu için, Badem ya da Kelkör'den de isteyememişti. Bu düşüncelerle yerin yedi kat dibindeki kokuşuk heladan çıkıp bara giden merdivenleri tırmandı. İşte hayat! Her zaman yeni sürprizlerle dolu değil mi? Dans pistine öbeklenmiş kalabalığı, oradaki dişiler ordusunu tarayan gözleri, oturma yerlerindeki bayan çantalarına ilişince planı birden bire değişiverdi.
Sakince herhangi birine oturdu, sakince fermuarı açık bir çantaya elini daldırdı, sakince cüzdanı alıp kendine çantasına attı. Tüm bunlar olağanüstü doğallıkta, kendiliğinden olmuştu. Ellerini idare eden bir güce bırakınca kendini, eller bildiğini yapıyordu.
Hemen kaçmadı. Cılız oğlanın yanına gidip veda etti. Oğlan ortada kalmış yetim küskünlüğüyle baktı ona. Dans eden çılgınların arasından süzülüp kapıya ulaşırken ilk kez aşık olduğundaki gibi heyecanlıydı Alev. Bardan çıktığın-daysa çocukluğundaki kadar mesuttu. Artık çantasında şişkin cüzdan vardı.
Bebeksi mutluluğu sokağı adımlarken coşkuya dönüştü. Hızla Tarlabaşı'na vurdu kendini, hemen bir taksiye atladı. Çantasının içindeki şişkin cüzdanı düşündükçe içi kıpır kıpır oluyordu. Bu kıpırtı tatlı düşlere sürükledi onu. Tarabya'ya, dedi şoföre. Otele mi? Hı hı! Alev güvenle gülümsedi.
Birazdan yıldızı bol otellerden birine gidecek, musluğu sonuna kadar açıp küveti dolduracak, köpük köpük uzanacaktı. Sabah belki oda servisinden kahvaltı isteyecekti. Bornoza sarınmış olarak yatakta beklerken oda hizmetlisi kahvaltı masasıyla girecek, girer girmez kızarmış ekmek kokusu
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

24 Eylül 2014 Çarşamba

Haberci Çocuk Cinayetleri

Haberci Çocuk Cinayetleri, Perihan Mağden tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Everest Yayınları, Roman, 9786051417707, 118 Sayfa, Eylül/2014
Kitabın 34. ve 35. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

 Bütün adalelerim hareket ederken ağrıyor, bacaklarım tir tir titriyordu- Sokaklar sokakları kovaladı; nereye gittiğimden tam da emin olmadan oradan oraya sapıyordum. Birden kendimi Mösyö Jacob'un yeşil tahta kapılı sahaf dükkânının önünde buldum. Şehre her dönüşümde bilerek ya da bilmeyerek kendimi hep bu ördek yeşili tahta kapının önünde bulur, her defasında da, aman buraya geldiğim ne iyi oldu, diye hoş bir sevince kapılırdım.
Yıllar önce biri, kapının üstüne çakısıyla "Moi aussi" yazmıştı. Mösyö Jacob bu vandallık karşısında ağzından köpükler saçarak bağırmış, gözleri çakmak çakmak yeni bir kapı alıp taktırmaya, üstüne ise burada söylemekten hicap duyacağım bir laf yazmaya yemin etmişti. Ancak yeşil kapının üstündeki laf öylesine manalı, çakı öylesine maharetliydi ki, kısa zamanda müşteriler de, şehrin namlı sahafı Mösyö Jacob da dükkânı o yazı yüzünden daha da çok sever olmuşlardı. Moi aussi.
Mösyö Jacob'u gördüğüme ne kadar sevinirsem sevineyim ikimizin karşılaşması biraz mesafeli oldu. Tabiatım gereği karşılaş-ma ve ayrılmalarda tutuk davranırım. Oysa bu şehrin insanları birbirine rastlayınca coşkuyla kucaklaşır, gözlerine birkaç damla ışıltı yerleştirmeyi bile kolayca başarırlar.
Mösyö Jacob bu şehre kırkından sonra göç ettiği için benim bu soğuk tavrımı yadırgayıp gücenecek biri değildi. Nitekim öyle de oldu, canlı bir tavırla, "Ne aradığınızı bilmez miyim efendim," dedi. "Siz yine at terbiyecisi biyografilerinin peşindesinizdir."
Müptela bir kişiliğim olduğu söylenemez; ama biyografilere, özellikle at terbiyecilerinin ciltler tutan biyografilerine epeycedüşkünüm.
"Ne demezsiniz, Mösyö Jacob," dedim. "Inanın, şu sıralar uzun ve çetrefil bir biyografi için üç hafta uyumamaya hazırım."
"Aaaah, ah!" diye yerindi Mösyö Jacob. "Tam size göre bir parça vardı. Bay Kurtbilgini diyeceğim, işte ismi hatırlanmayacak bir şahsiyet; yeni müşterilerimden biri... îki-üç gün oluyor- geçen çarşambaydı; tam beş gün olmuş, gelip tam aradığınız gibi bir at terbiyecisi biyografisini aldı gitti. Uğrar uğramaz size yollar, kitabı ondan almanız için..."
"Kimmiş bu Bay Kurtbilgini?" diye hışımla lafını kestim. "Ne günlere kaldık! Ben gidip kurtların kaçgöç zamanları üstüne kitaplar satın alıyor muyum? Herkesin her şeyle ilgilendiği bu çağdan tiksindim inanın, Mösyö Jacob."
Benim en ihtiyaç duyduğum anda, kalkıp böyle nadide bir parçayı Bay Kurtbilgini'ne sattığı için Mösyö Jacob'tan da tiksin-miştim doğrusu.
"Sormayın," dedi Mösyö Jacob. "Sormayın. Herkes her şeyin peşinde artık. Geçen gün bir mühendis kendisi için pembe kaplı bir bale kitabı satın aldı. Bir kuyumcu ise en nadide tarih atlaslarımdan birini tirink diye satın almaz mı? Okuma yazması olduğundan bile şüpheliyim. Bir kitap alma hevesidir gidiyor."
"Söyleyin lütfen, kim bu Bay Kurtbilgini?" diye tısladım. "İsmi olmasa da, cismi olduğu muhakkak."
"Valla cismi de ismi gibi hatırlanmayacak bir adam, inanın," dedi Mösyö Jacob. "Kurt bilimi konusunda ilim irfan sahibi doğrusu, uzun yıllarını bu işe adamış. Şimdi geçimini temin için borsa simsarlığı yapıyormuş. Şöyle silik soluk, terbiyeli adamın teki işte. Rica ederim, üstüme gelmeyin."
Suratına öylesine nefretle bakıyordum ki, Mösyö Jacob boncuk boncuk terlemeye başlamıştı.
"Pekâlâ, Mösyö Jacob," dedim. "Bir biyografi parçası için sizi üzmek istemem. Ama ne yapıp edip ciltlerin elime varmasını sağlarsanız size müteşekkir olacağım. Üstelik tam da yolculuktan döndüğüm şu günlerde..."
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

23 Eylül 2014 Salı

İstanbulcunun Sandığı

İstanbulcunun Sandığı, İskender Pala tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Kapı Yayınları, Roman, 9786055107765, 190 Sayfa, Eylül/2014
Kitabın 30. ve 31. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Konstantin'in Kenti
Yaşadığımız kenti bugün biz İstanbul adıyla biliyoruz. Antikçağlara ait bilinebilen ilk adı Bizantion olan bu kent, Batılı kaynaklarda Antonion ve Nova Roma (Yeni Roma) adlarıyla da yer alır. Bizanslılar kente "Konstantin'in kenti, Konstantin'in kurduğu kent" anlamında Constantinopolis veya Constantinople dediler. Rumca Stin-polin (şehirde) sözcüğünden türediği sanılan bu adın daha sonra Fransızcada Stamboul biçimiyle yaşadığı görülecektir.
Doğulu milletler ilk ve orta çağlarda İstanbul'a Kostanti-niyye veya Faruk (ayıran, iki karayı ayıran) demişlerdir. Selçuklular zamanında yazılan Türk kaynaklarında ise şehrin adı tam istanbul biçimiyle yazılıdır. Bu sözcük daha sonra, Osmanlılar zamanında Türk dilinin ünlü yapısına uymadığı halde İstanbul biçiminde söylenmeye başlayacaktır. Osmanlıların kentin adını değiştirmeden yalnızca telaffuzunda "I" yerine "î" kullanmaları daha sonra şehre İslâm-bol denilmesine yol açmışsa da kentin Kostantiniyye adı altı yüzyıl boyunca burada basılan sikke (altın para) ve akçeler ile 19. yüzyılda basılan kaimelerde (kâğıt para) duribe fi Kostantiniyye (Kostantiniyye 'de basılmıştır) şeklinde yaşamaya devam etmiştir.
Kanuni çağından itibaren İstanbul Türkçesinin mahallî gelişmesi ve klasik üslûba daha fazla meyletmesi sonucunda atalarımız kenti, adıyla değil de daha çok ona uygun gördükleri sıfat ve unvanlarıyla anmışlardır. Der-saâdet (Kutluluk yurdu, saadet kapısı), Der-i Aliyye (Yücelik yurdu), Âsitâne (Mutluluğun eşiği) gibi unvanlar bunlardandır.

Öküz Geçidi
Boğaziçi'ne Bizanslılar Bosphoros derler. Bizim de, güya kültürlü görünmek isteyen görgüsüzlerimiz, bugün böyle diyor. Bu ad, Yunanca "öküz" demek olan Booç ile "geçit" anlamındaki poros sözcüğünden türemiştir. Yunan mitolojisine göre Finikeli kral înekos, beraberindeki Mısırlı, Arap ve Finikeli-lerle birlikte Doğumdan Önce 1850 yıllarında, "Kuzey denizi" anlamına gelen Achkenas (Bizanslıların deyişiyle Pont-Euxin, Finikelilerin adlandırmasıyla Euxinos, bizim ifademizle Karadeniz) henüz bir göl iken, Mora yarımadasına gelip tufandan sonraki depremde Boğazlar ortaya çıkınca bulunduğu adada Argolit adıyla bir devlet kurmuştu.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Beni Susturabilecek Tek Şey

Beni Susturabilecek Tek Şey, Emine Ülker Tarhan tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Ka kitap, Söyleşi, 9786056430848, 167 Sayfa, Mart/2014
Kitabın 78. ve 79. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Bu süreçte de sanırım hem kendisine en fazla ihtiyaç duyulan hem de -doğal olarak- iktidarın oyun sahası haline dönüşen kurum hukuk ve yargı oldu?
Bu konuda hem kurum olarak YARSAV hem de benim başkanlığım döneminde çok ciddi uyarılarda bulunduk. Böyle olmaması için elimizden gelen gayreti gösterdik. Hukuku sahibine göre kişneyen bir yapıya dönüştürüyorsunuz demiştim bir defa Meclis kürsüsünden. Ama geldiğimiz nokta hukuk tam anlamıyla iktidarın bir kamçısı, toplumu tasarlamakta kullandığı bir araca dönüştü. Yargı artık Başbakanın emrindedir. Her fırsatta ona topuk selamı çakmaktadır. Eskiden darbeciler top, tüfek kullanır, toplumu terbiye edermiş, işkence, cesetsiz cinayet teknikleri denilen faili meçhullere bulaşırmış, zamane darbecileri yargıyı kullanarak insanları cezaevlerinde ölmeye yatırıyor, birer enkaza dönüştürüyor. Dışarıya da korku salıyor. Bunun adına da yargı kararı deyip kenara çekiliyor.
Eskiden de biraz böyle miydi acaba? Ne dersiniz?
Elbette eski düzenle de mücadele etmek gerekiyordu. Her iktidar yargıya müdahaleye eğilimlidir aslında. Ama hiçbir dönem bu kadar kötü, iktidarın nalıncı keseri olmadı. Hakimlik sınavında bu kadar mensubiyet aranmadı. Yargı bu kadar açık bir paylaşım savaşına arena olmadı. Polisin savcının talimatına uymaması gibi bir şey hiç görülmedi ki, bu, devlette anomali anlamına gelir.
Biz YARSAV'ı ancak 2006 senesinde Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yapılan düzenlemelerden yararlanarak kurabildik. İktidar partisi bunun farkına varamadı. Biz yasayı doğru yorumlayıp, uluslararası bağlayıcı metinlerden de yararlanarak bu yolu açtık. Eminim Başbakan bu değişiklikten çok pişmanlık duymuştur. Nitekim referandum sırasında, meydanlarda bunu "Bir boşluktan yararlanarak kuruldular, ama halledeceğiz" diyerek itiraf etmişti. Evet, biz hızlı davrandık. Sonra "halletmek" için bir yığın kapatma davası açtılar hakkımızda ama uluslararası sözleşmeler ellerini kollarını bağladı. Yoksa yargının bağımsızlığını ve yargıçların haklarını savunacak veya seslerini duyurabilecek bir meslek örgütü kurma olanağı yoktu. Üstelik Avrupa'da bu tür örgütlenmeler yüz yıl önce kurulmasına rağmen. Ve darbenin üzerinden geçen otuz seneye rağmen hâlâ darbe yasalarıyla yönetilen bir ülkeden söz ediyoruz. Darbe zihniyeti sivil toplumun güçlenmesini ister mi, uğurlu tarihi 12 Eylül olanlar bunu niye değiştirsin ki.
Siyasette de aynı sorun var. Bugün sizce neden siyaset özgür irade sahibi, nitelikli, donanımlı ve yeni bir şeyler söyleyebilen insanların önünü açmıyor? Genç, üretken, zeki insanlar neden siyasetten uzak duruyor? Haziranda sokaklarda olanların yaş ortalaması 28, ülkenin yaş ortalaması 30 civarı. Ama siyaset çok yaşlı. Gezi gibi hiçbir siyasi örgüte, partiye dayanmayan, sırtını bunlara dayamadan sokağa çıkabilecek kadar olağanüstü bir özgüvene sahip gençler niye siyasete giremiyor. Çünkü onlar güçlü rekabet ortamı yaratırlar. Demode siyasetçileri tahtlarından indirebilirler. O yüzden önleri kapatılıyor. Ben onlara engel olan lider sultası devam ettiği sürece, siyasetin kısa vadede nitelik kazanabileceğine pek inanmıyorum.
Özetle, biz 2006 senesinde YARSAV'ı kurduğumuzda bir yığın sorun olduğunu biliyorduk.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

21 Eylül 2014 Pazar

Pelikan Çıkmazı

Pelikan Çıkmazı, Debbie Macomber tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Novella Yayınları, Roman, 9786053484585, 463 Sayfa, Eylül/2014
Kitabın 318. ve 319. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Jon iki eliyle yüzünü sıvazlayıp esnedi. "Kanepede yatarım."
"Kanepe kısa ve yamuk yumuk. Seni mahveder."
Göz göze geldiler.
"Yatağımı paylaşabiliriz," dedi düşünmeden, sanki geceyi orada geçirmesi sıradan bir şeymiş gibi. Sesi sakin ve normal çıkmış olabilirdi ama kalbi hızla çarpıyordu.
Jon, ona bakmaya devam ediyordu, anlaşılan doğru duyduğundan emin değildi.
"Ben kendi tarafımda yatarım, sen diğer tarafta," diye ekledi. Eğer düşündüğü buysa, onunla sevişmeye niyeti yoktu. Cevap beklemeden karanlık odaya yöneldi. Jon hâlâ tereddüt içindeydi.
"Son iki gecedir az önceki üç saat dışında uyumadım," dedi yatağın kenarına oturarak. "Sen kararını ver, ben uyuyacağım."
Uzanıp sırtını ona döndü, gözlerini kapatarak örtüyü omuzlarına kadar çekti.
Bir dakika sonra yatağın diğer yanı Jon'ın ağırlığı altında ezildi. "Örtünün üstünde uyuyacağım," diye fısıldadı. "Sana dokunacağımdan endişelenme diye."
Sanki umrundaydı! Maryellen sanki çoktan uyumuş gibi cevap vermedi. Çok geçmeden Jon'ın soluklan düzenli ola rak çıkmaya başlayınca onun uyuduğunu anladı.
Bir süre sonra Maryellen uyandığında, oda tamamen ay dınlanmıştı. Önüne Jon geldiği için saati göremiyordu, üs tünden bakmak için başını yastıktan kaldırdı. Saat neredeyse sekiz olmuştu. Hareket edince, Jon'ın gözleri yavaşça açıldı.
"Üzgünüm," diye fısıldayarak başını tekrar yastığa koydu. "Seni uyandırmak istememiştim."
"Uyumuşum," dedi Jon, inanamayarak.
"Katie de öyle." Bakıştılar, ikisi de yerinden kıpırdaya-madı. Birlikte sadece bir gece geçirmişlerdi, Katie'ye hamile kaldığı gece, asırlar öncesinde kalmış gibi gelen bir gece. Maryellen bu ilişkide çok büyük hatalar yapmıştı, ama Jon Katie'ye çok iyi bir baba olmuş ve Maryellen'a büyük destek sağlamıştı.
Defalarca öpüşmüşlerdi ve bu öpücüklerle ona ne kadar değer verdiğini -ve sevdiğini- göstermeye çalışmıştı, ama her defasında incinmiş ve hayal kırıklığına uğramıştı. Şu anda onu öpmeyi öylesine istiyordu ki... "Jon." Sesi fısıltıdan da yavaş çıkıyordu. "Şişşt." Jon başını ona doğru yaklaştırdı, Maryellen hafifçe Jon'a doğru kaydı. Çok geçmeden dudakları yumuşak bir öpücükle birleşti. Bir an sonra John gönülsüzce dudaklarını ondan ayırdı, devam etmek isteyip istemediğinden emin olmak ister gibi gözlerini kısarak Maryellen'a baktı. Maryellen dudaklarını tekrar ona uzattı. Noel'in ardından zaten kendini onun kucağına atmış ve reddedilmişti. Jon onu bir kez daha geri çevirirse kalbi tamamen parçalara ayrılacaktı.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap