2 Haziran 2014 Pazartesi

Kırık Deniz Kabukları

Kırık Deniz Kabukları, Selim İleri tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Everest Yayınları, Roman, 9789752895898, 245 Sayfa, Haziran/2014
Kitabın 218. ve 219. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Tersine, genç kadın, "kalbini posa yapan muhabbet sofrasından" çok doygun kalkmaktaydı. Uzun gecede sürüp gitmiş sofrayı ardında bırakıyor, uzaklaşıyor, büyük olasılıkla bu kirli sofraya bir daha oturmak istemiyor, pembe bir kadehi dudaklarına götürmeyi reddediyordu. Halide Edib, Nigâr'ı böyle görmüştü.
Nigâr kendi benliğinin derinliklerine, başkaları anlasa da anlamasa da, çoktan gömülmüştü. Ruhu arınacaksa, bunun dergâhtaki hayattan ırak olabileceğini sezinlemiş, şimdi kendi yoluna sapmıştı.
Bu kez Yakup Kadri Bey de Nigâr'ın "elemde ve ihtirasta" Handan'ın kız kardeşi olduğunu söylüyordu. O zaman Handan'ı Halide Edib'in çizimiyle bir dolu 'eksantrikliği' içinde hatırlardım: çevresindeki herkes Handan'a tapıyordu...
Halbuki Nigâr, Nur Baba tekkesinin görüle görüle eskimiş, eskitilmiş çehrelerinden sadece herhangi birisi olmamış mıydı? Bir zamanlar tantanalar, hayranlıklar, özlemlerle çağrıldığı tekkede unutulmuş, gözden düşmüş, artık yeni yeni çehrelerin kurduğu, kuracağı saltanatları izler olmuştu.
Meselâ Süheylâ... şeyhin bu yeni gözdesi, öyle Nigâr Hanım gibi gün görmüş, incelmiş de olmadığından, pek kanlı bir saltanat kuracağa benziyordu. Süheylâ, besbelli, şeyhin etrafindaki bütün kadınlara hizmetkâr muamelesi yapacaktı...
Fakat beklenmedik bir şey oluyor, Nigâr Hanım, kendisinden bir Celile Bacı suskunluğu istenirken, evini, çocuklarını, Hariciyeci Eşref Paşa'yı çoktan terk etmiş Nigâr Hanım şimdi de Nur Baba tekkesinin sofrasını cesaretle, isyanla, denebilir ki bireysel bir seçimle terk ediyordu. Bu sofrada nice zamanlar tekrarlanmış "tavuk pazarı edebiyatı" şimdi sadece midesini bulandırıyor, genç kadın her şeyi, bilhassa Nur Baha'nın son yazdığı 'nevruziye'yi çok bayağı buluyordu.
Sofradakiler nevruziyenin gülünç, torlak dizelerini, baharlar açacağı yerde döküntüler saçan bu manzumeyi her zamanki dalkavukluklarıyla alkışlamaktaydılar. Hattâ herkesi bir sevinç sarmıştı.
Meselâ Nesimi Bey, "Aman, aman, ne üstadane söyleyiş!" demekten geri kalmıyor, Necati Bey manzumenin bir kez daha söylenmesini "Erenler! Erenler!" ünlemiyle pekiştirerek rica ediyor, Udî Niyazi eseri bir an önce besteye "koymak" istiyordu.
Süheylâ'ya gelince, başını mürşidin omzuna dayamış, artık bir tekke kraliçesi hüviyetiyle, çevresindekilere tafra satmaktaydı. Genç kız, Nur Baha'nın herkesin gözü önünde kendisini okşayışlarına ses çıkarmıyor, hattâ bundan gizli bir övünç duyuyordu.
Örtülere bürünmüş Nigâr Hanım onlara, şeyh ile genç kıza baktıkça, "Ah," diye geçiriyordu içinden, "kalkıp gidebilsem... Kaçsam... Görmesem..."
Oysa Nur Baba ile Süheylâ'nın aldırdıkları yoktu. Nur Baba nevruziyesini bitirmiş, boşalan kadehini yeni gözdesine uzatmıştı. Sonra da doldurulan kadehi alıp, dolduran eli okşayarak, bir yudum demden, bir yudum da bu genç kızın elinden tadacaktı.
Evet, Süheylâ'nın elini şeyh dudaklarına götürmüştü, Nur Baha'nın davranışından cesaret alan yeni gözde, şimdi ürpertiler içinde, adeta bir yılan gibi kıvrılarak, gençliğini sergileyerek, sofradaki herkese rakı dağıtmaya koyulmuştu.
Nigâr Hanım nelerin ne zaman değiştiğini düşünür müydü? Bunu Mediha Hanım'a sorduğumda hiçbir yanıt alamamıştım. Nigâr Hanım, daha birkaç mevsim önce bu sofrada iltifatlara boğulurken, herkesin kıskançlık bakışlarını üzerine çekmişken, şimdi uzak bir köşede tek başına, kimsenin ilgisini çekmeksizin oturuyor, ola ki, böyle çarçabuk unutulmuş olmasına şaşıyordu.
Akşam iyice bastırınca gelenler çoğalacaktı. Belki Süheylâ'yla birlikte, belki başka sebeplerden dolayı tekke yeni yeni 'mih-man'lara kucak açıyordu.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder