26 Haziran 2014 Perşembe

Yaz

Yaz, Kürşat Başar tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Everest Yayınları, Roman, 9786051417455, 328 Sayfa, Haziran/2014


Kitabın 250. ve 251. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Ama herşey öyle güzeldi ki, geçen zamanın içinde sonra ne olacağını düşünmek istemiyordum.
Bir keresinde, "Bahçede oturalım," dedi. Oturduk. Sessizce ağlamaya başladı. Gözünden yaşlar öylece akıyordu. "Seni üzen ne?" diye sordum ama cevap vermeyeceğini biliyordum. Sonra dedi ki, "Herşeyi olan bir insanın yine de mutlu olamaması ne garip değil mi?"
Yüzünü öptüm. Bana baktı, eliyle yüzümü okşadı, "Sen herkesten ne kadar başkasın," dedi, "dünya üzerinde böyle kalabilen bir başkası yoktur... Sen benim ruhuma iyi geliyorsun..."
Bu durum, onun böylesine kendiliğinden davranması, aklına eseni yapması, beni de bu oyununa ortak etmesi huzurumu kaçırmış mıydı?
Doğrusunu söylemek gerekirse, evet, kaçırmıştı. Ama o sıralar bunun fazla üstünde durmuyordum. Gizli notlar geliyor, bana yer ve zaman bildiriliyordu. Bazen yazıhaneden çıkınca akşamüstü deniz kıyısında yürüyor, bazen haftasonu uzaklara gidiyor, sandalla çıkıyor, bazen yalnızca bisikletle semtte dolaşıyorduk.
Bu gizlilik, gelip giden pusulalar, gizemli notlar, herşeyin aramızda kalacağına dair ilk günden verilmiş sözler kendimi bir roman kahramanı gibi hissettiriyor ve bu oyun sanki çok gizli birşeyler yapıyor ve bunu bütün bir dünyadan saklamayı başarıyormuşuz gibi beni heyecanlandırıyordu.
Bir yandan, babasıyla birlikte çalıştığım için onun buna kızacağını düşünüp bu gizliliğe ihtiyaç duyduğunu düşünüyordum. Bazen de annesi benden pek hoşlanmadığı için saklandığımızı...
Galiba daha çok bu ikincisine inanmıştım. Ama çok gençtik ve o günlerde tanıdık birilerinin bile bizi böyle sarmaş dolaş, elele görmesi, hele öpüştüğümüzü duyması tam bir felaket olurdu.
Bazen, yazıhaneye geldiğimde Firuz Beyin yüzü asıksa bile içimde bir tedirginlik olurdu.
Kimi zaman, özellikle birkaç gün ortadan kaybolduğunda, yazıhaneye uğramadığında, notlar geciktiğinde ya da benim yazdığım birşeye cevap vermediğinde odada dolaşıp duruyor, kendi kendime garip şeyler kurmaya başlıyordum.
Zaten yaz sonu İngiltere'ye okula gidecekti. Uzun zaman onu göremeyecektim. Belki de fazla üzerine gitmememin nedeni kendimi korumak, ona daha fazla kapılmamaktı. Ama eğer böyleyse bile bunu bilerek yapmıyordum.
Belki de benimle yalnızca kendince eğlenceli bir oyun oynuyordu. Her ne kadar böyle, "Sen herkesten başkasın," dese de gerçekte benimle ilgili ne düşündüğünü hiç bilemezdim. Yalnızca beni değişik bulduğunu, benimle eğlendiğini, güldüğünü, yanımda rahat olduğunu biliyordum.
Elbette bunları ona asla sormadım. Çünkü ona içten içe kızdığımda bile yanıma geldiği anda, aklımda canımı sıkan ne varsa uçup giderdi.
O havai haliyle, dünyayı umursamaz yürüyüşüyle, rengârenk giysileriyle gelir, her zaman geç kalır, sanki yıllardır birliktey-misiz gibi ilgisiz birşeyler anlatmaya başlar ve herşey bir anda yoluna girerdi.
Hem zaten insan sevdiğine, beni seviyor musun diye sorar mı?
Kurgulardan, hayallerden ve yıllar süren koskoca bir yalnızlıktan oluşan hayatımda sabahları uyandığımda bir an nedenini bilemediğim bir mutluluk duyuyordum ve her sabah onun yüzü aklıma geliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder