11 Temmuz 2014 Cuma

Türkiye'de Yazınsal Bilincin Oluşumu

Türkiye'de Yazınsal Bilincin Oluşumu, Hasan Bülent Kahraman tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Kapı Yayınları, İnceleme Araştırma, 9786055107536, 389 Sayfa, Temmuz/2014
Kitabın 188. ve 189. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Artık yazıcılığının 50. yılını idrak eden Doğan Hızlan üstadımız sadece iyi bir eleştirmen değil aynı zamanda iyi bir gazeteci de. Türk Dil Kurumu (TDK) konusunda yaptığı gazetecilikle önemli bir tartışmayı başlattı. Köşesinde bu tartışmanın çeşitli boyutları ve çehrelerine gelen mektuplarla şekil veriyor. Ben de fırsatı ganimet bilip bu konuda bir iki şey söylemek istedim.
Değinmek istediğim asıl sorun TDK değil. O başlı başına bir mesele. Hızlan'ın köşesine mektup gönderen Sevgi Özel ve Ali Püsküllüoğlu konunun bazı yönlerine değindi. Bildiğim günden bu yana TDK bitmez tükenmez bir tartışmadır. Atatürk'ün şahsi mirasından ayırdığı parayla kurulan bu kurum tıpkı Türk Tarih Kurumu gibi 1980 sonrasında önemli bir değişime uğradı. Devlet, o tarihten başlayarak geliştirdiği korporatist yaklaşımın bir sonucu olarak bu kurumlara doğrudan müdahale etti. Onları, statülerinde değişiklikler yaparak, birer 'devlet dairesi'ne dönüştürdü. Ondan önce göreli özerkliği olan bir yerdi TDK. Sadece arada bir CHP ile aynı kaynaktan beslenen iki kurum olarak çekişip dururdu. Şimdi bambaşka sularda yüzüyor.
Bunu bir kenara itip asıl soruna gelecek olursak elbette karşımızdaki mesele dil konusu. Ne yaparsak yapalım ondan kaçış, kurtuluş yok. Olması da gerekmiyor. Çünkü, dil, hayatın kendisi. Dilde bir değişimi, dönüşümü durdurmak olanaksız. Bu, her zaman iyiye, olumluya giden bir şey olmayabilir. Ama iyi ve olumlu da göreceli kavramlar. Neye göre iyi, niçin olumlu? Bu nedenle dilde kendisini gösteren değişimi iyi izlemek, yeniliklerin ve değişikliklerin hangi nedenlerden kaynaklandığını bulmak, üstünde düşünmek ve neyin 'tutup' neyin 'tutmadığını' fark etmek gerek. Çok yakınılan hususlar da bu cümledendir. Yani, Türkçenin yabancı dil boyunduruğuna girdiği, İngilizcenin Türkçedeki dil yapısını etkileyip bozduğu, bir gerçek. Ama hangi dönemde buna benzer şeyler olmamıştır? Ve hangi dil kendisini dış etkilerden koruyabilmiştir?
Bu konuda en hassas, en kıskanç olan Fransızca bile 1960'lar-dan bu yana aynı sorunu tartışıyor. Zamanında burnundan kıl aldırmayan, İngilizce konuşmaya yelteneni, hiç anlamadığım bir kibirle kahreden Fransızlar, son bir iki yıldır yirmi dört saat İngilizce yayın yapan televizyon kanalı kurdular. Garsonlarını gönderip, İngilizce eğitimden geçirdiler. Şimdi mağazalarına girdiğinizde siz Fransız-caya teşebbüs etseniz dahi onlar İngilizce karşılık veriyor. İngilizce konuşmak orada da bir statü göstergesi. Lingua Franca böyle bir şey. Fransızlar da dünyanın dili olan İngilizcenin etkisi altında değişiyorlar, tıpkı Fransızcanın sözcük ithalinden başlayarak değişmesi gibi.
Sorunu buralarda aramak, sözcük temelinde tartışmak, kanımca havanda su dövmekten öteye gitmez. Oysa, dil bağlamında üstünde düşünülmesi gereken bazı başka olgular var ki, dille ilgili değil onlar. Birer kültür sorunsalı. O yapının en önemli öğesi, dilin kavranış ve algılanışıyla ilgili temel önermeler.
Şunu söylemek istiyorum: dil, tek başına bir olgu değildir. Hayatı da kapsayacak biçimde tanımlanan bir kültür algılamasının bağıl değişkenidir dil. Ona dönük doğrudan müdahaleler sadece totaliter rejimlerin, bir de uluslaşma sürecinin uzantısı olarak ortaya çıkar. Stalin Rusya'sı birincisine örnekse Cumhuriyet Türkiye'si de ikincisine örnektir ve elbette Kemalist rejim bu konuda Stalinci anlayıştan çok daha ileride bir noktadadır. Onun ötesinde, dil, kendi içinde, yazarlarının ve aydınlarının katkısıyla kendi kendisini biçimlendirir.

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder