8 Ağustos 2014 Cuma

Bil Ki Hayat Virâne

Bil Ki Hayat Virâne, İlyas Barut tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | İletişim Yayınları, Roman, 9789750515774, 236 Sayfa, Ağustos/2014

Kitabın 9. ve 10. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Sabahtı. Geceden kalan sisin içinde insanlar birer hayalet gibi dolaşıyorlardı. Sisten denizi göremediklerinden, şehre doğru dönmüş ve derin düşüncelere dalmış gibi boyunlarını kısmış martılar, balıkhanenin galvaniz çatısını doldurmuşlardı. Deniz, her yanı kaplamış beyazlığın arkasından serinliğini hissettiriyor, kıyıya yanaşmış gırgırların ancak burunları seçilebiliyordu. Camdan ve metalden her şeyin üzerinden çekirdek iriliğinde damlalar süzülüyordu. Güneş, çok uzaktan soluk bir sarı ışık olarak varlığını duyuruyor, bu beyaz tülü kuvveti yettiğince saydamlaştırıyordu. Emniyetten malûlen emekli Nusret Çakmak, eski defterdarlığın bahçesindeki incir ağacının yola sarkan dallarının altından geçti. İncirin gövdesi nemden koyulaşmış, sanki yağlıymış gibi parlıyordu. Karşıya geçip eski garın yanından balıkhaneye doğru ilerledi. Yıkılma tehlikesinden dolayı boşaltılmış defterdarlık, terk edilmiş bir insanın kederli yüzüne benzeyen cephesiyle, ağır ağır yürüyen Nusret Çakmak’ın sırtına bakıyordu sanki. Bu sırada o, “bu hava iyi palamut yapar,” diye düşünüyordu. Kasım’ın ilk günleriydi ve balıkçılar da Nusret Çakmak gibi düşünüp gece boyu avlanmışlar, sabah ezanları bu taşra kentinin ihtiyarlarını sessizce titretirken umduklarından fazla palamudu balıkhanenin denize bakan arka tarafına dökmüşlerdi. Burada kasalanan balıklar, sabaha kadar yazıhanelerinde çay içerek bekleşen adamlar tarafından bağırtılar çığlıklarla satın alınmıştı. Sonra cüsselerinin iki katı gösteren hâki yağmurluklarını çıkaran balıkçılar insan kılığına bürünüp evlerine; karılarının onlar gelecek diye sobayı yakıp çayı pişirdikleri, yeni doğmuş bebek kokan odalarına çekilmişlerdi. Ceplerindeki ıslak ve balık kokan yevmiyeleri belki bir masanın, belki de formikası çatlamış bir komodinin üzerine usulca bırakmışlardı. Şimdi, ne kadar kırmızı oldukları görünsün diye solungaçları açılmış palamutlar ön taraftaki balıkçı tezgâhlarına dizilmiş, birer ceset gibi yatıyorlardı. Meslek hayatı boyunca birçok ceset görmüş Nusret Çakmak, sürekli müşterisi olduğu Balıkçı Hektor’un tezgâhına yanaştı. Hektor, onu görür görmez balıkların üzerine su sıçratmak için kullandığı teneke kutuyu bir yana attı ve ellerini kalçalarına sürtüp kuruladı. Tokalaştılar. Sis incelmiş, ıslak yolların üzerinde parlayan güneş kendini göstermeye başlamıştı. Güneşin bu hali insanların hareketlerine bir değişiklik, neredeyse bir büyü katıyordu. Bir kolun havaya kalkması ya da bir adamın yürüyüşüyle sis savruluyor, güneş bu savrulmanın içinde uçuşan zerrecikleri belirginleştiriyordu. Hektor da Nusret Çakmak’ın sorduklarını cevaplarken aynı büyünün içindeymiş gibi el kol hareketleri yapıyor, gölgesi bu zerreciklerin içinde uzuyor, yayvanlaşıyordu.
“Memet varmış buralara takılan, tanır mısın Hektor?”
“Çok Memet var komiserim, hangisi acaba?”
“Bu, yakışıklı bir oğlan; sarı saç, mavi göz...”
“Haa, Nargile Memet olabilir. Nargileyle salyangoza daldığından öyle diyorlar komiserim. Bir de üflenti dalgası...”
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder