# Fuat Sevimay - Ara Nağme | Kitaptan okuma parçası #
Fuat Sevimay - Ara Nağme | Aylak Adam Yayınları, Öykü, 167 sayfa, Haziran 2013.
Fuat Sevimay’ın öyküleri içimizdeki bir el gibi geziniyor adeta. Kapılarını çaldığı hayatlar, kapılarından girdiğimiz, çıktığımız, döndüğümüz bizim hayatlarımız. Ustaca kurgulanmış atmosferleri, özenli dili ve öykücülüğümüze kattığı yepyeni bakış açısıyla genç öykücülüğümüzde şimdiden kendine has bir yer açıyor.
Deli Babam Ölmüş
"Üç kere öldü, dört kere öldü. En çok ilkinde öldü."
Kevser Ruhi - Delimemmet
Benim babam üç kere ölmüş, beş kere ölmüş, dört kere ölmüş. Ziya Amca kararsız. Sonunda ısrarla dört, dört diyor ve söylemekle yetinmeyip dört parmağını gözümün içine sokuyor. Parmakları nasırlı, kirli ve gerçek. Annemin yumuşak, sevimli parmaklarına benzemiyor.
Ziya Amca'nın anlattığına göre durum böyle. Ziya Amca deli olduğu için -ki babam da öyleymiş, bunu bu sabah öğrendim- polisler gülüşüyor. Sözlerine itibar etmiyorlar. O da polislere, burnunuza sokayım diyor. Sokar mı sokar. Kendi bileceği iş. Yumruğunu sıkıp bir adım ileri, iki adım geri sallanıyor. Sonra bileğinden kavradığı elini, malum şekilde sallıyor ve hırsı sona erince bana dönüp özür diliyor. ardından başını öne eğip, kara gözlerini karakolun zemininde bir noktaya dikerek -orada artık ne görüyorsa- gitme, soğuk, gitme, diye mırıldanıyor. Babamın adını anıyor defalarca. Adını son bir kez daha söylese, babam gitmeyecekmiş gibi. Ama gitmiş. Yüzünü ayaz yalamış gibi titreyip başını kaldırdığında bir polisle göz göze gelip, copuna sokayım, alayınıza sokayım diyor. Polisler gülüyor. Gülmemek elde değil ama ben ağzından çıkacakları pürdikkat dinliyorum çünkü bana, varlığını ve yokluğunu bu sabah öğrendiğim babama dair bir şeyler anlatabilecek tek kişi o.
Eğilip, ayakkabısının bağcığını düğümlüyorum. Muhtemelen, çok uzun zaman sonra ilk kez bağlanıyor. Başımı kaldırdığımda şaşkın gözleriyle karşılaşıyorum. Bir bana, bir ayakkabıya bakıyor. Hayatında gördüğü ilk ayakkabılar gibi. Yüzü yayvanlaşıyor. Mutluluğunu paylaşmak için polislere, bakın lan bakın, diyor. Kopup gittiği dünyaya ayakkabısını gösteriyor. Çocuk gibi. Bin kışın yağmuru emip, bin yazın güneşinde çatlamış sersefil ayakkabısından gözlerini alamıyor.
Babamın ilk ölümünü biliyordum zaten. Annem anlatmıştı. Hayatta dayı, teyze, anneanne ve anne dışında, bir de "baba" diye adlandırılan insanlar olduğunu ayırt etmeye başladığımda beni bir köşeye çekmiş, senin baban öldü demişti. O, yani annem, bunu söyledikten sonra yüzüme buz gibi bakmış, tek kelime etmeden kalkıp mutfağa geçmişti. Orada belki de ağlamıştır. Birkaç yaş büyük olsaydım, yüzündeki ifadeye bir ad verebilirdim. Kızgın, hüzünlü, duyarsız, nefret dolu, kederli. Yüzünün bir adı vardı ama ben o yaşta bunu bilmiyordum. Ve o yaşımla ilgili ne bir oyuncağımı, ne bir bayramı, ne de arkadaşımı hatırlıyorum. Tek hatırladığım annemle yaşadığım bu monolog ve sonra evde "baba" sözünü bir daha duymadığım. Adı konmamış bir yasaktı içimde büyüttüğüm kelime. Büyüdükçe, sorguladıkça, üstüne toprak atılan bir mezar. Üşüyorum.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder