Kitabın 78. ve 79. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
İçimden benimle alay ettiğini geçirdiğim sırada, bir anda tekrar karşımda belirdi. Onun bu hali bana, sihirli lambanın içinden çıkan Alaattin'in cinini anımsatmıştı.
Meraklı bakışlar arasında Bilge Varlık'a daha önce birçok kez sormuş olduğum sorumu yineledim:
"Sen kimsin ve benden ne istiyorsun?"
Uzun uzun yüzüme baktı ve ardından, "Ben seni Mucize Varlık'la tanıştırmak için buradayım" diyerek cevap verdi.
Bana kim olduğunu hâlâ söylememişti, ama onun hakkında bildiğim bir şey vardı artık; benim için bir görev üstlendiği...
"Peki, şimdi Mucize Varlık'la tanışmaya mı gidiyoruz?" diye sorduğumda, "Hayır, daha öncesinde seni çok zengin bir insanla tanıştıracağım..." diyerek cevapladı.
Son cümlesinin ardından "Artık gidelim" dediği sırada, o bildik hızlı adımlarıyla yürümeye başlamıştı bile. Onu izlemeye koyuldum. Peşinden ilk kez bu kadar heyecanla yürüyordum. Aklımda hep Mucize Varlık'ın ne olduğu ve neye benzediği sorusu vardı.
Bir yandan hızlı adımlarla yürüyor, bir yandan da, "Bilge Varlık, onun verdiği görevleri yerine getirmek için karşımda olduğuna göre, Mucize Varlık ondan çok daha üstün bir şey olmalı" diye geçiriyordum içimden.
Mucize Varlık'ı hiç tanımadığım halde onun gibi olmak istedim nedense... "Onun gibi cesur ve kararlı olabilmek, kahramanca yaşamak, paraya bu kadar değer vermeden hayatımı sürdürmek ne güzel olurdu" diyerek kendimi bir an onun yerine koydum.
O an kendimi Bilge Varlık gibi görmeye çalıştım çok kısa bir süre. Aman Allahım, bu tarif edilemez bir duyguydu. Bilge Varlık'ın ya da Mucize Varlık'ın yerinde olsam sanırım yüreğim bu heyecana fazla dayanamazdı!
Mucize Varlık'ın nelere sahip olduğunu bilmiyordum tabii ki, ama adında "mucize" sözcüğünün oluşu istediği her şeye de sahip olabileceği sanısını uyandırmıştı bende. Ve onun sahip olabileceklerini düşünmek bile hücrelerimde büyük bir coşkuyu hissetmeme neden oluyordu.
Gözlerim, önümde koşarcasına yürüyen Bilge Varlık'ta, aklım ise bedenimde büyük bir devrim yaratan düşüncelerimde olduğu bu sırada, Bilge Varlık'ın işaretparmağmı uzatıp "Zengin adam işte bu fakirhanede oturuyor" demesiyle irkildim bir anda.
Burası şimdiye kadar gördüğüm en pahalı ve en lüks bir saray olmalıydı! Daha önce bu kadar lüksünü hiç görmemiştim açıkçası. Ama Bilge Varlık bu sarayı bana işaret ettiğinde onu "fakirhane" diye adlandırmıştı!
Ben, böyle bir saraya "fakirhane" denmeyeceğini düşündüğüm sırada, o daha kendisine bunu sormadan "Benim gözümde sadece bir fakirhane" diye karşılık verdi.
Artık bu görkemli sarayın kapısının önündeydik. "Sahibi ne kadar da mutludur şimdi" diye düşünmeden kendimi alamıyordum. Bahçenin kapısı bile Özenle yapılmış, Osmanlı'dan kalma kündekâri tarzı bir çalışmayı anımsatmıştı bana.
Kapıdan içeriye ilk girdiğimde, bahçe duvarlarında bir çit havasını veren muşabaklı konsollar dikkatimi çekti hemen. Bu konsolların, yıllanmış sarıçam kerestesinden itinayla işlendiği her halinden belli oluyordu. Bilge Varlık'a başım çevirerek kıskançlığımın ön plana çıktığı bir ses tonlamasıyla, "Çok zevkli bir insanmış buranın sahibi" diye mırıldandım.
Hiçbir şey söylemiyor, "Olacakları sen birazdan görürsün" der gibisinden muzipçe tebessüm ediyordu.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder