11 Nisan 2014 Cuma

Batı'ya Yön Veren Metinler III

Batı'ya Yön Veren Metinler III, Alev Alatlı tarafından derlenmiştir. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. |  Alfa Yayınları, Başvuru, 9786051068664, 460 Sayfa, Nisan/2014
Kitabın 1220. ve 1221. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Descartes, Pascal, ve Malebranche, on sekizinci yüzyıl Fransız yazarlarından çok, Alman filozoflara benzerlik gösteriyorlardı. Ancak, Malebranche ve Alman filozoflar arasında da farklılıklar vardır: Malebranche inancı bir kenara bırakırken, Almanlar bilimsel teoriye indirgemiştir. Malebranche, coşkulu olmakla suçlanmaktan korktuğu için dogmatik olarak tasavvur ettiği formların üzerini örtmeyi amaçlarken, analizin tüm çalışma alanlarına yayıldığı bir çağın sonunda yazmaya başlayan Almanlar coşkulu olduklarının bilincinde, mantığın ve coşkunun bir olduğunu kanıtlama amacındadır. Fransızlar on yedinci yüzyıldaki büyük filozofların metafiziksel eğilimlerini izlemiş olsalardı, şimdi Almanlarla aynı fikirleri geliştirmiş olacaklardı. Felsefenin gelişim sürecinde Leibniz; Descartes, Malebranche ve düşüncelerinden etkilendiği Kant'ın doğal vârisidir.
İngiltere, on sekizinci yüzyıl yazarları üzerinde büyük etkiye sahiptir. Bu ülkeye duydukları hayranlık, yazarlarda İngiliz özgürlüğü ve felsefesini Fransa'ya taşıma arzusu uyandırmıştır. İngiliz felsefesi ancak yazarların dini hissiyatları, özgürlük anlayışı ve kurallara olan bağlılığıyla birleşince tehlikeden uzak kalmıştır. Newton ve Clarke'ın Tanrı'nın adını, başlarını eğmeden anmadıkları bir ulusun bağrında, metafizik sistemler hiçbir zaman bu kadar hatalı olmamıştır, bu kadar da ölümcül olamazdı. Hürmet duygusu ve hürmet etme alışkanlığı, Fransa'da talep görmüştür ve bu ülkede, aydınlanmayı sağlayacak irdeleme olgusundan her şeyi yerle bir eden ironiye geçiş oldukça hızlıdır.

Dış kaynaklı nesnelerin izlenimlerimizin sebebi olduğu söylenmiştir, bu sebeple kendimizi fiziksel dünyaya bırakmaktan ve doğanın ziyafetine kendi kendine giden misafirler olmaktan daha mantıklı bir seçenek yoktur. Fakat iç kaynak giderek erimektedir; lüks ve haz için gerekli olan tasavvura gelince, o dahi benzer bir aşamada çürümeye devam etmektedir. Kısa bir süre içinde insan, doğa ne kadar maddesel olursa olsun, onun zevklerini tadacak bir ruha sahip olamayacaktır,
* * *
Bir ülkede benimsenen felsefi sistem, aklın yönünü derinden etkiler. Bir felsefi sistem tüm düşüncelerin kaynağı olan evrensel bir modeldir. Bu sistem üzerinde çalışmayan kişiler bile farkında olmadan genel eğilime ayak uydururlar. Yaklaşık yüz yıl öncesine kadar Avrupa'da, temeli düşüncelerimizi duyularımızla ilişkilendiren metafizik türlerine dayanan ve ilk ortaya çıktığı zamanlarda dudak bükülen septisizmin doğuşuna ve yükselişine tanıklık ettik. Bu felsefenin ilk kuralı, gerçeklik veya hesaplama yoluyla ispat-lanamayan hiçbir şeye inanmamaktır. Bu ilkeyle birlikte, coşkulu düşünce adını taşıyan her şeye ve duygusal hazza olan bağlılık aşağılanır. Doktrinin bu üç noktası, bütün nesne konumunda olabilecek dini, duyusal ve ahlaki
ironileri içermektedir.
Bayie, insanlar tarafından çok az okunan ama dünya çapında bilinen sözlüğünde septisizmle ilgili her tür alayı eden bir cephanelik gibidir. Voltaire ise, zekâsı ve inceliğiyle bu alaylara biraz daha sertlik katmıştır. Tüm bu hicvin sebebi, fiziksel deneyle kanıtlanamayan şeylerin rüya veya saçma düşünceler olarak farz edilmesi gerekliliğidir.
* * *
Dünyada hiçbir gizem olmadığı ya da olaylar üzerinde düşünmenin gereksiz olduğu, tüm fikirlerimizi gözlerimiz ve kulaklarımızla edindiğimiz ve ancak duyularla edinilen bilgilerin doğru olduğu söylendiğinde, duyu organları sağlıklı olan herkes kendisini dâhi filozof sandı. Fakirken para kazanacak kadar fikre sahip olan ve zengin olduğunda kazandıklarını harcayan kişilerin sürekli olarak, mantıklı bir felsefeleri olduğunu, coşkunlar dışında kimsenin başka türlüsünü düşünemeyeceğini söylediklerini duyarız. Aslında, duyularımız bizlere sadece bu felsefeyi öğretir. Eğer duyularımızı kullanmadan hiçbir bilgi edinemiyorsak, kendi kanıtını içinde taşımayan her şey saçma olarak adlandırılmalıdır.
Aksine, ruhun kendi kendine hareket ettiği ve doğruyu bulmak için bilgiyi kendimizden çıkarsamamız gerektiği, dünyevi deneyim içerisinde yer almadığı için bu doğrunun derin bir tefekkür yardımı olmadan kabullenile-meyeceği gerçeği kabul edilseydi, insan zihninin gidişatı değişir ve insanlar yakın ilgi istedikleri için en ulvi düşünceleri kibirlenerek reddetmezlerdi. Ama boşluk eninde sonunda büyük bir yük haline dönüşeceğinden, desteksiz buldukları şeyler onlar için yüzeysel ve basit kalacaktı.
* * *
Yirmi yıldır Alman filozoflarının kafa yorduğu bîr sistemi birkaç sayfada tam anlamıyla anlatabildiğimi elbette düşünmüyorum ama Kant felsefesinin genel ruhunu gösterebildiğimi ve ileriki bölümlerde Kant felsefesinin edebiyat, bilim ve ahlak üzerine olan etkisini açıklamamı sağlayacak gerekli şeyleri söylediğimi umut ediyorum.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder