11 Ocak 2013 Cuma

"İskender Pala'nın Efsane romanından bir bölüm..."


Günlerden birinde, iki bin nüfuslu Midilli, Oruç'un denize gemi indirdiği, bir barça edinip ticarete başladığı haberiyle çalkalandı. Ballandırarak anlatanlara göre yanında 8 levend çalışıyor, 24 forsa tayın yiyor, adına da artık "reis" deniyordu. En imrenilerek dillendirilen kısmı ise artık gemici dili biliyor olmasıydı. Çünkü delikanlılar arasında ada halkının en seçkinleri denizciler, denizcilerin en seçkinleri de gemici dilini bilenler idi.

Bir yıl bile geçmemişti, Oruç, babasına rağmen bu işte parmakla gösterilir bir reis oluverdi. Konuşulanlara bakılırsa barçalarının sayısını üçe çıkarmış ve yedi düvele hükmeden hükümdarımız Sultan bin Sultan Bayezid Han hazretlerinin -ömrü uzun olsun- ülkesi açıklarına sanki birer nakış diye serpiştirilmiş şu Akdeniz adalarını avucunun içi gibi öğrenmişti. Arada bir Midilli'ye geliyor, barçalarını limana kıçtankara edip çarşının taşlık yolundan reis gibi geçerek annesinin elini öpmeye varıyordu. Elbette öfkeli babasına hiç görünmeden; yahut öyle zannederek...

Onun eve geldiği günün akşamında diğer üç kardeş için bir şölen başlıyor, getirdiği hediyelerin sevincine anlatacağı hikâyelerin heyecanı karışıyor, hatta dolunayda gizlice kardeşlerini barçalarına götürüp gezdirdiği bile oluyordu.

Öyle gecelerden birinde, küçük kardeşini, kardeşlerden üçüncüsünü, Hızır'ı yanına aldı, gemisinin serdümen mahalline oturttu ve o güne kadar hiç dillendirmediği, babasının anlattıklarına hiç benzemeyen bir masal anlattı. Deniz tanrısı Poseidon'un oğlu Tesos'un hikâyesiydi bu. 26 yaşındayken babasına ait Egesos Denizi'ne hâkim oluyor ve Girit'i mekân tutup cengâverliğiyle bütün Akdeniz'i kuşatıyordu. Hızır, masalı dinlerken ağabeyinin de tam 26 yaşında olduğunu fark etti ve aslında adalarda, İskenderiye ve Suriye limanlarında dolaşırken sadece zeytin veya sabun, ahşap veya kayış ticareti yapmadığını, gittiği yerlerde kahramanlık hikâyeleri alıp sattığını hissetti. İçindeki kıpırtının o gece uykularını kaçıracağını bilemedi. Bütün gece Girit'te, o masalın içinde olmayı hayal edip durdu. Tabii ki masalın büyücüsü yenilmez Media'dan korkarak.

Hızır, ertesi sabahın ilk ışıklarında kendini Girit'e doğru bakarken buldu. Oruç ağası gözünde Tesos idi artık ve Akdeniz'in doğu kıyılarına uzanan dalgaları arasında sanki hızla akıp gidecek yıllarını görüyordu. Bir gün onun gemisinde bir reis olup bahçeliklerde, güvertelerde kendini puntellere dokunur, zincir bosalar, barbarişka düğümler atarken hayal etti. Efsaneler yaşatan Akdeniz'de kendi hikâyelerinin de anlatılacağı zamanları düşlemeye ilk o sabah başladı. O, Yenicevardarlı sipahi Yakup Ağa'nın Midilli'de doğan oğlu Hızır idi ve Akdeniz'de efsaneler alıp satmaya başlayınca rüzgâr ekenlere kadırgalarından fırtınalar gönderecek, zulümlere kılıcıyla son verecek ve bütün dünyada adını Reis diye andıracaktı, Barba Rossa Hızır Hayreddin Reis.

İskender Pala, Efsane - Bir "Barbaros" Romanı, Ocak 2013, Kapı Yayınları. (Sayfalar 3, 4, 5)

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder