16 Mayıs 2013 Perşembe

İletişim Yayınları'ndan kolektif bir çalışma: Milyonluk Manzara - Kentsel Dönüşümün Resimleri

# İletişim Yayınları'ndan kolektif bir çalışma: Milyonluk Manzara-Kentsel Dönüşümün Resimleri#

Kentsel dönüşüm kenti nasıl dönüştürüyor, neye dönüştürüyor? Kentsel dönüşümün ortaya çıkardığı manzara nedir? Hem mecazi anlamıyla, nasıl bir manzara: Nasıl bir mekânsal düzen, nasıl bir sosyal ilişki örgüsü, nasıl bir sınıfsal-toplumsal doku? Hem de düz anlamıyla, nasıl bir manzara: nasıl bir peyzaj, nasıl bir coğrafya, nasıl bir kent resmi?

Bu kitaptaki fotoğraflar ve yazılar, farklı cephelerden, farklı dillerle, kentsel dönüşüm rejimine bakıyor. Fotoğraflar, kentsel dönüşüm manzarasını görkemli tekinsizliğiyle gözümüzün önüne seriyor. Akademisyenler, mimarlar, gazeteciler, kentsel dönüşümün analizini yapıyor. Edebiyatçılar, “hissedilen” kentsel dönüşümü anlatıyor.

Nar Photos kolektifinden; Serra Akcan, Eren Aytuğ, Mehmet Kaçmaz, Tolga Sezgin, Saner Şen ve Kerem Uzel fotoğrafları…

Semih Akşeker, Cihan Aktaş, Hakan Bıçakçı, İhsan Bilgin, Tanıl Bora, Gaye Boralıoğlu, Funda Şenol Cantek, Haydar Ergülen, Alev Erkilet, Özgür Sevgi Göral, Pınar Öğünç, Mine Söğüt, Jean-François Pérouse, Özcan Yurdalan, Turgut Yüksel’in yazılarıyla…

                                               

Kentsel Dönüşümün Doğası; Akış mı Zorlama mı?

İhsan Bilgin

Hükümetin zorla Türkiye'nin acil sosyal-siyasal sorunları arasına soktuğu "Kentsel Dönüşüm" bizi ister istemez değişim konusuyla yüzyüze getiriyor. Türkiye'nin politik atmosferini de gözden kaçırmadan İstanbul'un Marmara depremi sonrasına odaklandıktan sonra, kentlerin değişen ve değişmeyen bazı özelliklerini, Akdeniz kültür havzasındaki kentlerin ve inşai altyapının Roma İmparatorluğu'ndan günümüze doğru açılan bir tarihsel perspektif içinde yorumlamaya çalışacağım. Bunun boşluksuz bir kent tarihi anlatısı olmayacağı aşikâr. Zaten kitabın amacı da bu değil. Ucu açık bir alan olan kentsel değişimde konuda konuya geçerken kronolojisi esasen sondan başa sarılan bu anlatı çıktı ortaya...

İstanbul'un Ufku: Çözüm mü, Çözülme mi?

İstanbul: Yaşlı mı, genç mi?

Günümüz İstanbul'unun başlıca paradokslarından biri kadim tevellüdü ve kesintisiz tarihinin sosyal/kültürel yükü ile barındırdığı yapı stokunun gençliği arasındaki zıtlık. Evet, İstanbul yaklaşık 8500 yıllık bir şehir ve bu uzun ömrünün bildiğimiz hiçbir döneminde örneğin Ortaçağ'da Batı Roma'nın şehirlerinde, hatta bizzat Roma'nın kendisinde olduğu gibi; (Haçlı seferleri ertesi kısmi boşalma ve tenhalaşma haricinde) içi tamamen boşalmamış, marjinalleşmemiş. Öte yandan da halen İstanbul'da 50 yaşından yaşlı bina sayısının 5 ila 10 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. Demek ki, toplam iki milyona yakın bina barındırdığı tahmin edilen İstanbul'un 200 ila 400 binasından sadece biri 50 yaşından yaşlı! İstanbul derin ve karmaşık geçmişini efsanevi topografyası ve sularıyla, kısmen eski bölgelerindeki bazı cadde (hatta çok ender yapı) hizalarının iziyle, kötü muameleye inat ayakta durmaya devam eden surlarıyla, bugün de canlılığını sürdüren Kapalıçarşı ve hanlar bölgesiyle, artık sadece temsilcileri kalmış etnik gruplarıyla, tabii ki dilden dile dolaşan efsaneler ve anılarıyla hâlâ yaşatmaya devam ediyor. Ancak öte yandan da bütün bunların üzeri son 50 yılın kalın, yaygın ve ağır bina tabakasıyla tamamen kaplanmış durumda.

                                     

İlk; hatta Osmanlı dönemlerini bile, ayrıntılı bilmiyoruz gerçi ama tarihindeki görece dayanıksız yapılı çevre katmanlarından biri belki de bu: Alelacele, kıt kaynakla, planlama ve tasarlama disiplinlerinin iradesinden yoksun biçimde üretildiği için daha en başından dayanıksız olduğunun farkında olunarak inşa edildi bu stok: Şehrin yeni sakinlerinin tamamına yakınının katılımıyla ve yakın bir gelecekte nasıl olsa bir biçimde yenileceği bilinçdışında saklı tutularak teker teker yapıldı bu binalar. Dolayısıyla çok yaşlı birine benziyor İstanbul. En dış ve yeni tabakası olan derisi tam da dünyayla yeni temas etmiş olmanın hazırlıksızlığıyla kırış kırış olmuş, tıpkı insan vücudunda olduğu gibi paradoksal şekilde kapladığı gövdeyi örtüp, saklayacağına eskimişliğini dışa vurup görünür kılan başlıca unsura dönüşmüş. Vücut kabuğunu nasıl yeniliyorsa İstanbul da yenileyip değiştirmiş. Hatta propaganda amaçlı ve inandırıcılıktan yoksun olsa da "kentsel dönüşüm"ün gündeminin eskimiş dış kabuğu atıp yerine tazesini geçirme hazırlığı olduğu da öne sürülüyor sık sık. TOKİ ile artçısı Şehircilik Bakanlığı, Büyükşehir Belediyesi, hatta bizzat başbakanın kendisi gibi iktidar aktörlerinin aslen politik tercih olan girişimlerini, "kentsel dönüşüm" deyimi ile adlandırmalarını bu ismin teknik enstrüman imâlı şemsiyesi altında çözüm vaat eden bir içerikte sunma çabası olarak görmek mümkün. Yani esasen neo-liberalizmin yeni inşaat programlarına yer açma hedefli yıkım; mevcut programlarını bir vaade ve müjdeye çevirip topluma sunmaya cesaret ve cüret edebilmelerinin örtüsü olarak okunabilir... Peki ama bir yıkım pratiği, nasıl vaat ve müjde olabilir? Sonra, nasıl pek zor ve seyrek de olsa ikna edici bile olabiliyorlar? Yanıtlamaya çalışacağım...

---


Bu alıntı tanıtım amaçlı yapılmıştır.

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder