15 Temmuz 2013 Pazartesi

İsmail Kadare - İbret Taşı | Kitaptan okuma parçası

# İsmail Kadare - İbret Taşı | Kitaptan okuma parçası #

İsmail Kadare - İbret Taşı | Kırmızı Kedi Yayınevi, Roman, Çeviren Yaşar Avunç, 200 sayfa, Mayıs 2013.

Arnavutluk'taki Osmanlı geçmişinin izlerini süren İsmail Kadare, İbret Taşı'nı yazdığı yetmişli yıllardaki komünist düzenle de alegorik bağlar kurarak, Kafka'yı aratmayan fantastik bir kâbus bürokrasisi yaratıyor. Duraklama dönemindeki Osmanlı İmparatorluğu'nun batıya yöneldiği modernleşme sürecinde gerçekten yaşanan olaylar üzerine oturttuğu romanında devletlerin idarecilerine, memurlarına ve halklarına dair hep geçerli zorbaca yaklaşımlarının minyatürünü işliyor.

            

- 1 -

İmparatorluğun Merkezinde

Gözleri her yandan meydana akın eden aylakların ve seyyahların bakışlarıyla sürekli karşılaşıyordu. Bu bakışlar kıpır kıpır her kalabalığın içindeki insanların bakışları gibi dalgındı, biraz boştu, ama onu görür görmez donup kalıyordu. Hazırlıksız yakalanan gözbebekleri de sanki kafataslarının derinliklerine sığınmaya çalışıyor, ama sığınamadıkları için yerlerinde kalarak onun sunduğu görünümü koruyorlardı. Seyredenlerin birçoğu sararıyor, kimilerinin midesi bulanıyor, içlerinden pek azı bakışlarını onun gözlerinden ayırmıyordu. Bu gözler küçümseyiciydi; mavi mi, gri mi ya da beyaz mı oldukları söylenemezdi; aslında bir renk yakıştırmak güçtü, çünkü bunlarda renkten ziyade, boşluğun belli belirsiz bir yansıması vardı.

Bu arada, seyyahlar artık bakışlarını başka yana çevirip, Ayasofya Kilisesi'ne, sultanların mezarlarına, hazineye, eski hamamlara, Düşler Sarayı'na nasıl gidilebileceğini telaş içinde soruyorlardı. Sorularını neredeyse coşkulu bir tonla sormalarına karşın, birçoğu oradan ayrılmıyor, tuzağa düşmüş hayvanlar gibi dönüp duruyorlardı; bunun nedeni belki de meydanın, mütevazı boyutlarına rağmen, birçok yüzyıllık bir imparatorluğun merkezinin en tipik meydanlarından biri olmasıydı. Yeşilimtırak granitle döşeli meydan bronzdan dökülmüşe benziyordu. Devlet Merkez arşivleri binasının demir parmaklarının gerisinde karaltı beliren yine demirden aslan başları (bu parmaklıkların bir kanadı buraya kadar uzanıyordu), Sultanahmet Camii'nin kurşun kubbesi, fetihten sonra Mısır'dan ganimet olarak yüzyıllar önce getirilmiş hiyeroglif yazılı bir dikilitaş; imparatorluğun hepsi de madenden yapılma çeşitli amblemleri, simgeleri; nihayet, duvarların birinin içinde açılmış İbret Taşı ile Topkapı'nın kendisi. Bütün bunlar meydanın döşemesinin verdiği kudret izlenimini doğruluyordu. Ülke dilinde bu taş "iğrençliğin taşı" diye adlandırılıyordu, bu da "alçaklığın cezası" demenin başka bir şekliydi.

İçine başkaldıran vezirlerin ya da imparatorluğun gözden düşmüş önemli kişilerinin kesik başlarının konulduğu bu oyuğun neden özellikle bu meydanda açıldığı kolayca anlaşılıyordu. Belki, başka hiçbir yerde, imparatorluğun bu çok eski meydanının hiç değişmeden böyle kalışı ile bu değişmezliğe meydan okumak istemiş olan kimsenin kesilen başı arasındaki bağı insan gözü bu denli kolay kavrayamazdı. Duvardaki yerin, buradan başın sönük gözlerinin bakışlarıyla tüm meydanı gözlediği izlenimini verdiği için özellikle seçildiği anlaşılıyordu. Burası öyle ayarlanmıştı ki buradan geçen hayal gücü en zayıf kişi bile, bir an için de olsa, kendi başının, pek doğal olmayan yükseklikteki -ayakta duran bir insanın başından biraz yüksekte, ama at sırtında bir insanın başından aşağıda- taşın üstüne konulmuş olduğunu hayal etmekten kendini alamazdı.

Meydan gerçekten de çok kudretli görünüyordu. Her yerde madenle taşın birleştiği hissediliyordu. Taşın karşısındaki, insanların gün boyunca kahve içtikleri kahvehanenin bahçesinde bile maden, sanki kahve içenlerin uyuşuk ve senli benli hareketlerinin ortasında, masaların üzerine konmuş ağır cezveler ve ibrikler şeklinde kendini göstermeye dikkat etmişti.

---

Bu alıntı tanıtım amaçlı yapılmıştır.

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

KitapGalerisi Facebook / KitapGalerisi Twitter

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder