24 Eylül 2013 Salı

Emine

Emine

Emine, Mehmet Eroğlu tarafından yazılmıştır.http://kitapgalerisi.com'da %20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | İletişim Yayınları, Çağdaş Türkçe Edebiyatı, 503 Sayfa, 9789750512476, Eylül / 2013



Kitabın 7. ve 8. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Birkaç ay öncesine kadar, küçük yalnızlığına kolayca sığan birisiyken şimdi rüyalarına bile büyük gelen bir 
zenginliğin içine yerleşmek üzereydi. İçinde bulunduğu bu durum hem garipti hem de ilginç: Kendini, bedeni büyüdüğü için kabuk değiştirmeye hazırlanan bir deniz canlısı gibi hissediyordu. Her önüne gelenin, her fırsatta, felsefi bir hadsizlikle karmaşasından söz ettiği hayat eğer buysa, gizemi betimlenenlerden farklı ve şaşırtıcıydı...

Mehmet bu kışkırtıcı ama iki aya kalmadan ona dünyaları bağışlayacağından, o denli cömert olduğunu da bildiği düşünceyi başını sallayarak onayladı, sonra göz ucuyla yanında duran Emine’ye baktı. Eğik açıyla gelen yumuşak ışığın aydınlattığı güzel yüzünü, yine ikide bir ortaya çıkan o anlamsız gülümseme kaplamıştı! Gerekli gereksiz, nedensiz gülmek: Bu, terbiye eksikliğinin değil, gençliğinin işaretiydi. Emine, Boğaz’ı kucaklayan gösterişli salonun dört kanatlı büyük penceresinin en son kimbilir kimin eli değmiş o garip mekanizmalı antika
ispanyoletini bir türlü açmayı başaramamıştı.


Genç kadın inatçı mandalla uğraşmaktan vazgeçerek bir an hareketsiz kaldı. Düşünüyor olmalıydı: Kavrayamadığı şeyler onu büyülüyordu. Mehmet tekrar, bu kez daha da kararlı, başını sallayarak düşüncelerini onayladı. Birazdan gülümseyeceğini de biliyordu. Emine’nin şaşkınlığının sonu her zaman bir gülümseme oluyordu. Heyecanlandığında ortaya çıkan sevimli sakarlığı, el becerisinin kıtlığı da çoğunlukla bu şaşkınlığa eşlik ediyordu... Öyle de olsa, kusurları onu asla sevimsizleştirmiyor, aksine ona kendine özgü, kavrayıcı bir içtenlik katıyor...Mehmet, yeniden ispanyoletle boğuşmaya başlayan Emine’yi izlerken bunları düşündü. Nişanlısının onu artık böyle adlandırıyordu varlığı siyahlar içindeki o beyaz nokta gibi şaşırtıcı ve umut vericiydi. Onunla bilinmeyeni yaratabilecek miyim? Kulağının arkasındaki sinsi, felaket tellalı o ses tersini söylese de az ötedeki genç kadının masumiyeti, el değmemişliği ve yabancısı olduğu ahlâkı, Mehmet’in üzerinde gizemli bir şehvet yaratıyordu. Üstelik Emine’nin çekiciliği ve üzerindeki etkisi bunlarla da sınırlı değildi: Onunla birlikteyken tükettiğini sandığı üç ay öncesine kadar kendisinin de aptalca diye adlandıracağı küçük zevkleri yeniden tattığını fark etmişti: Çiçeklere bakmak, tenha parklarda gezinmek, yıldızları seyretmek, hatta demli çay içmek kadar basit şeyleri...

Salonun girişinden yükselen gürültüler artınca, Mehmet kendine özgü şaşkınlığı ve türbanlı profiliyle bir portreye model olabilecek kadar ilginç görünen Emine’yi ölçüleri abartılmış pencerenin önünde bırakarak, üst kata çıkan merdivenlere yöneldi. Tırmandıkça düşünceleri birbirinden ayrıştı, tülbentten süzülüyormuş gibi tortusunu geride bırakarak saflaştı. Süzgünün üstünde kalan neydi? Zenginlik; hiç kuşku yoktu, yalının mahremiyetine doğru attığı her adım, yakında ne denli büyük bir zenginlikle iç içe olacağını kanıtlıyordu.

Giriş seviyesinden dördüncü, salondan sonraki üçüncü kata kadar yükselen merdiven boşluğunu, dışarıdaki ılık Mayıs’ın aksine nemli bir Ağustos sıcağı kaplamıştı. Mehmet, baharı çabucak yaşayıp tüketmiş antreye çıkınca, soldaki serinlik vadeden loş koridora göz attı. Yarım saat önce bahçe kapısından içe riye girdiğinde başını kaldıran ve o zamandan beri bastırmaya çalıştığı suçluluğunu ele veren kararsız adımlarla ilerledi. Salonun üstündeki katta nispeten küçük üç oda vardı. Yazın içinde yanan bu kattaysa en alttaki büyük ve yüksek tavanlı salonun yerini, Boğaz’a bakan iki oda almış, aşağıdaki o muhteşem pencereli gösterişli yalı, burada manzaralı, geniş bir apartman dairesine dönüşmüştü.

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder