30 Eylül 2013 Pazartesi

Rejim Krizi

Rejim Krizi, Cemil Koçak tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da %20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | İletişim Yayınları, Siyaset, 9789750512759, 615 Sayfa, Ekim/2013


Kitabın 15. 16. ve 17. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.


BİRİNCİ BÖLÜM

RECEP PEKER HÜKÜMETİNİN KURULUŞU

Bu kısımda, önce "rejim krizi"ne yol açacak gelişmeleri ayrıntıları ile gözden geçirecek, krize giden yola döşenen taşları tek tek belirleyecek ve ardından krizin nasıl adını adını tırmandığını göreceğiz. Başbakan Recep Peker ve hükümeti, dönemin tamâmına hâkim olacaktır. Bu hâkimiyetin iktidar ve muhalefet ilişkilerini nasıl zehirlediğini ve siyâsî ortamı nasıl gerginleştirdiğini gözler önüne sererek, gerek iktidarın ve gerekse muhalefetin sonraki adımlarını açıklamaya çalışacağım. Bütün bu süreç bir yıldan biraz daha uzun bir zamana yayılacaktır. Kısaca "rejim krizi" olarak tanımladığı m dönem budur. Seçimlerden hemen sonra başlayan ve Recep Peker'in Başbakanlıktan düşmesine kadar gelişen olaylar, bu dönemin yapıtaşları sayılabilir. "Rejim krizi"nin son bulması için önemli bir sorunun yanıtlanmasında iktidar kanadının mutabakata varması gerekiyordu: Tamam mı, yoksa devam mı sorusu nasıl yanıtlanacaktı? Bu sorunun yanıtlanması süreci, "rejim krizi" olarak tanımladığım dönemin bütününe yayılmış olan en önemli siyâsî meseledir. Bütün gelişmeler, bu soruya verilecek olan olası yanıta göre şekillenmiştir.

DP, bu aşamada yeni bir siyâsî sorun ile karşı karşıya kalmıştı. DP, usulsüz olduğunu ileri sürdüğü bir seçimden sonra oluşan Meclise katılmalı mıydı, ki bu türden bir girişim muhalefet partisinin seçimleri ve yeni Meclisi meşru gördüğü anlamına gelebilirdi, yoksa daha radikal bir tutum takınarak Meclisi ve seçimleri protesto mu etmeliydi? Bu soruya verilecek yanıt, bu aşamadan sonraki siyâsî gelişmelerin yönünü tâyin edecekti ve DP içinde taraflar hemen hemen eşit ağırlıktaydı.

DP kurucuları Meclise katılmanın gerektiği kanısındaydılar. Aksi hâlde, son zamanlarda alınan siyâsî mesafenin tamamen kaybedilmesi bile mümkündü. İktidar, DP'nin sert siyâsî tutumu üzerine, partinin kapatılması da dâhil olmak üzere, son bir yıldan beri siyâsî alanda kat edilen mesafeye artık son noktayı koymak isteyebilir ve yeni rejime son verebilirdi. Bu olasılık hâlâ gündemdeydi ve iktidarın inisiyatifinde olmaya devam ediyordu.Oysa DP örgütünün en azından hatırı sayılır bir kısmı bu türden bir uzlaşmaya ve ılımlı politikaya karşıydı. Pek çok DP örgütü ve üyesi için bu aşamada Meclise katılmak, hem usulsüz bir seçimi ve hem de bu seçim sonucunda oluşmuş Meclisi kabul etmek ve meşrulaştırmak demekti. Bu türden bir politika ise, nihayet CHP'nin dayattığı bir siyâseti kerhen de olsa onaylamak anlamına gelirdi. Bu uzlaşmacı ve ılımlı politika DP tabanında tepki yaratıyordu. Onlara göre, siyâsî literatürümüze işte tam da bu aşamada giren bir deyim olan "sine-i millet"e dönmek ve Meclisi boykot ederek, bir halk hareketi yaratmak gerekiyordu. Bu türden sert bir politikanın sonuçları ise, tam olarak anlaşılamıyor ve net olarak görülemiyordu. Ama neresinden bakılırsa bakılsın, bu yönde sert bir politika, bir halk ihtilâlini hedef alıyordu ve ne ölçüde başarılı olabileceği de tamamen belirsizdi.

Nitekim bizzat Mükerrem Sarol, anılarında, bu konuda şunları yazıyor:
"Bugün geriye bakarak düşünüyorum da, 'sine-i millete dönme' karârı alsaydık, acaba kaç milletvekili arkadaşımız Mecliste kalacak, kaçı sine-i millete dönmeye razı olacaktı? Doğrusu, pek bu taraflara girmek istemiyorum. Lâfla tutum arasında uzun bir köprünün olduğunu sonradan öğrenecektim."1
DP kurucuları, bu yönde bir politikayı engellemek gerektiğine ikna olmuşlardı. Nitekim Celâl Bayar, yıllar sonra Metin Toker'e, bu aşamada iktidarın DP'yi rahatça, sâdece iki jandarma göndererek kapatabileceğini ve bu nedenle ülkede yaprak bile kımıldamayacağını söyleyecektir. Bayar, Toker'e şöyle diyordu: "İki jandarma eri gönderebilirler ve partiyi kapatabilirlerdi ve memlekette hiçbir şey olmazdı."2
Nitekim Nâdir Nâdi de, Metin Toker'in yazdıklarına paralel olarak, "Çankaya'nın eteklerine kadar gelen" halk ihtilâlini gündeme getiren grubun, başta Zekeriyâ ve Sabiha Sertel olmak üzere Özde-mir Evliyâzâde olduğunu belirtiyor.3 Bu grup, özellikle Genelkurmay eski Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak nezdinde etkili olmaya çalışıyordu.4 Hatırlanacağı gibi, Çakmak artık milletvekiliydi de... Nitekim, gerek Zekeriyâ Sertel, gerekse Sabiha Sertel, anılarında, bu ilişkiyi anlatıyorlar. Sertel'lere göre, CHP iktidarına ve İnönü'ye karşı kitle muhalefeti o dereceye varmıştı ki, sorun yalnızca bu muhalefeti kanalize edebilecek bir önder bulmaktı. Sertel'lerin bu aşamada DP kurucularından ziyâde halk üzerinde daha derin etkisi olabilecek bir isim arayışı içinde oldukları görülüyor. Bu isim, nedense Genelkurmay eski Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak olarak saptanmıştı.5 Oysa Çakmak, muhafazakâr ve dindar bir kişi olarak tanınıyordu. Halk üzerindeki etkisi de, Sertel'lerin düşündüğü şekilde yüksek miydi, bu da pek belli değildi.

Bu süreçte, yâni Sertel'lerin ve onlar gibi düşünen DP'lilerin Meclisi boykot etme eğilimine karşı özellikle Adnan Menderes etkili olmaya çalışıyordu. 


Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder