Kitabın 19. ve 20.sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Bir armut ağacının dibinde doğurmuş beni anam... Tek başına, zemheri bir kış günü, karlar içinde...
Kasımın tam ortasında; günü gününe 15 Kasım 1956'da...
Yılm sekiz ayı yolları geçit vermez, karla kaplı bir köyde, Erzincan'ın Güngören köyünde...
"Armutlar ermiş, ağaçta kalmasın" deyip dalları çırparken tutmuş sancısı, üçüncü çocuğuna hamile anamın...
Çöküverrniş ağacın dibine...
Çığlıklarına dokuz yaşındaki ablam koşmuş.
O da küçücük çocuk, ne yapsın! Rüzgârla yarışmış köye kadar, yardım istemek için.
Yetişmişler son anda, göbek bağımı taşla kesmişler. Sarıp sarmalayıp, iki göz odalı evimize götürmüşler.
Kundaklamışlar, altımı bağlamışlar, bir parça patiska, bir parça höllükle...
Bizim oralarda "höllük" derler, ince toprağa... Patiska bile çok kıymetli, bulunmuyor ki zaten köyde, bir parça, hadi iki parça varsa var... O patiskanın içine bir avuç ısıtılmış toprak, işte bizim köyün çocuk bezi o...
Gözümü açtığımda karşılaşmışım yoklukla, hayat mücadelesiyle...
Adımı Mustafa koymuşlar... Hem babamın dedesinin ismi diye, hem de Mustafa Kemal sevgisinden... Babam öyle istemiş, doğum haberimi telgrafla öğrenince...
Ben altı yaşıma kadar babamı hiç görmedim.
Mecburiyetten...
Bizim köy, derler ya uzak bir köy... 1600 metre yüksekte, iki yalçın dağa yaslanmış, üzerinde tek bir ağaç bile bitmeyen...
Zaten eski adı Göske'yi de bu iki dağa sırt vermesinden almış.
Göske demek, "yaslanmış" demek...
Ama bu kadar sarp, kuş uçmaz kervan geçmez yerde, bir manzara var ki, muhteşem...
Bizim köy adeta balkon gibi; Kuruçay'dan Bastana'ya kadar bütün Karasu vadisi ayaklarınızın altında...
En yakın ilçe 25 kilometre... Bir yol var, kıvrıla kıvrıla iniyor, sarp uçurumların kıyısından!
Kar yağmaya başladı mı, aylarca kalkmıyor.
Köyün dünyayla tek bir bağı yok, bitmek bilmez kış boyu.
Yokluk yolla bitse iyi, karın doyuracak geçim de yok. Geçim mümkün olmayınca ne yapsın babam, ilkokulu bitirmiş göçmüş İstanbul'a ekmek parası peşinde...
Çalışmak dediysem, öyle böyle değil, kan ter içinde, nefessiz...
Tam altı yıl bir kez olsun gelememiş köyüne. Tek bir fotoğrafımı bile görmeden altı yıl beklemiş hasretle!..
O hasret içinde de, peki ya ben nasılım?
Babanın eksiğini anne doldursa hiç yoktan iyi, ama annem de yanımda yok! Ben üç yaşına gelince, o da gitmiş babamın yanına... Ablam var, daha çocuk, ağabeyim ondan da çocuk!
Sağ olsun babaannem baktı bize, hem baba oldu hem de anne... Ablam da erken olgunlaştı, evi çekip çevirmek, babaanneme destek olmak için... Benim üzerimde babaannem kadar onun da hakkı vardır.
Ama haksızlık etmeyeyim, yine de ben mutlu bir çocukluk geçirdim, anne ve baba özlemine rağmen, babaannem Seher Bacı ve ablam sayesinde...
Ben doğarken babam hamallık yapıyormuş. Babam köyden 14 yaşında ayrılmış. Bir ara gelip, anamla evlenmiş daha 18'indeyken. Anamı babaanneme emanet edip, gerisin geri ekmek peşinde koşmaya dönmüş İstanbul'a...
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder