Kitabın 9. ve 10.sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Göbek Deliği
Göbek deliği annemizin hatırasıdır. Hem bağımlılığımızın hem bağımsızlığımızın işareti. Benim için biraz farklı tabii. Evet, sanırım buradan başlamak en doğrusu: Doğuyla batının tam ortasında, İstanbul Boğazı'nda dünyaya geldim. 23 Temmuz 1908'de bir kayığın içinde. Hatta, "Neden erkek değil de kız!" diye öfkelenen babam ter ter tepinip kayık alabora olduğundan, suyun içinde.
Önce, ayak bileklerine kadar ıpılık suyla dolan kayığın batmakta olduğunu düşünmüş, korkmuşlar. Anacığım çığlığı koyverip ıkınmaya başlayınca dünyaya gelmekte olduğumu anlamışlar. Tam o sırada İstanbul Boğazı'nın güçlü akıntılarından birisine tutulmuşlar. Babamla aynı milletten iri-yarı Arnavut kürekçi küreklere ne kadar asılırsa asılsın, bulundukları yerde fırdönüp kıyıya varamamışlar. İşte bu durumun neticesinde doğuyla batının tam ortasında dünyaya gelivermişim.
Annem, ortadan ikiye ayrılır gibi acı çekerken, babam, anasına bu acıyı yaşatanın güçlü kuvvetli bir oğlan olduğunu düşünüp, "Oğlan geliyor bre!" diye seviniyormuş. Çok şükür, annemin gölgesi gibi yaşayan Nergis yanımızdaymış ve dünyaya gelmeme yardım etmiş. Ailenin bütün kadınlarını doğurtan Nergis'e rağmen, annemin feryatları Üsküdar'dan Galata'ya, şehrin her iki yakasında duyulmuş.
Olacak şey değil ama aynı günün gecesi pek mühim bir karar alacak olan Sultan, Yıldız'daki yüksek duvarlı sarayının basılıp kendisinin kazığa oturtulacağı söylentisiyle, kim olduğu bilinip kendisine bir suikast daha tertip edilmesin diye alelade bir kayıkla Boğaz'da gezer gibi yapmaktaymış. Annemin çığlıklarını duymuş, merak edip kayığını bizden tarafa vira ettirmiş.
O sırada annem Müslümanların eklediği minareleriyle Ayasofya'yı, yedi göbek öteden ninesinin ölüsünün çıktığı, şimdiki Sultan'ın oturmaktan korktuğu Saray'ı, bir diğer ninesinin buz tuttuğu bir kış üzerinde yürüdüğü Altın Boynuz'u tersten görmekteymiş. Af buyrun, Altın Boynuz deyip geçemeyeceğim. Denizin yumuşakça karanın karnına battığı körfezciğe verilen bu isime, bizim ailenin kadınları, müstehzi bir ifadeyle, hep itiraz etmişler. Hepsi birbirinden habersiz Altın Boynuz'u mahrem bir şeye benzetmişler.
"Onun adı Altın Boynuz değil, olsa olsa..." demiş her biri.
"Aman onun altından olanı var mıdır ki?" demiş içlerinden birisi.
"Belki Sultan'ınkisi altındandır!" İşte buna çok gülmüş hepsi.
"Ben gördüm, altından değildi," demiş Saray'ı görüp geçiren.
"Üstelik boynuza hiç benzemiyordu!"
"Hem Sultan'ın boynuzları başka yerde!"
"Ha! Ha! Ha!"
Annem gözlerini ninelerinin, annesinin ve pek tabii kendisinin üzerine lakırdı etmeye doyamadığı Altın Boynuz'a mıhlamış, son bir gayret ıkınmış.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder