Kitabın 32. ve 33.sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Ey Şehid-i Kerbelâ 'ya ağlayan!
Ağla, matemdir; Muharrem'dir bugün.
Âteş-i hasretle sine dağlayan!
İnle, matemdir; Muharrem'dir bugün.
Âşık Sezaî
Geceleyin Tarık misali ötelere akıp gitmiş olan Zeyneb, Ru-kayyesiz ilk güneşi izlerken yine dalıp gitmişti öylesine...
Kimileri vuslatı yaşarken, kimileri de yeni hasretlere açılıyor. Geride kalanların yaşamı bir şekilde devam ediyordu. Kah dert, kâh dert içre dert ile...
Nitekim dalıp gittiği hüzün deryasından kendine geldiğinde yeğeninin naşını yıkayabilmek için su istemişti. Ama nafileydi. Sarayın izni olmaksızın herhangi bir işe girişmemekte kararlı olan muhafız, "Hayır!.." diyordu ısrarla.
"Yapamam! Size yardım edersem ben zorda kalırım."
Masumane istekleri reddetmesine rağmen muhafızın bakışlarında merhamet emareleri vardı. En azından söylediklerinden dolayı içi rahat değildi sanki. Belli ki, Âl-i Muhammed'in son şehidi kimi gönülleri yumuşatmayı başarmıştı.
Peki, Rukayye'nin vefatı Kerbelâ'da yaşanan acılardan daha mı büyüktü?
Orada yapılanları defaatle dinlemesine rağmen şu muhafızın gönlü nasıl olmuştu da bir kez bile titrememişti?
Farkındaydı Zeyneb!..
Görülenler, duyulanlardan daha derin izler bırakıyordu. Kararını vermişti. Su için daha fazla ısrar etmeyecekti.
Neden sonra İmam Seccâd'a bakınıverdi. Şehit Hüseyin'in Vasisi, Aşûra Günü ateşler içerisinde yandığınca yine derin sarsılışlarla titriyor. Boynundan aşağı billur billur süzülen inci taneleriyle arzı ve arşı bir arada yaşamaya devam ediyordu. Belki de toprağa düşen her şehit önce onun gözyaşlarıyla, onun teriyle yıkanıyordu. Kim bilir?..
Zeynebî bakışlar şimdi de bir kenarda sessiz sedasız ağlayan Rübab'a yönelmişti. Yaralan kabuk bağlayamadan ciğeri yeniden ve yeniden kanatılan annelerden bir anneydi o. Babasının kollarında oklanan iki yaşındaki oğlu Ali Asgar için hâlâ göğüslerinden süt taşarken, altı yaşındaki kızının baba özlemiyle vefat edişine de tanık olmuştu. Yanıyor ve yakıyordu; gökteki güneşe nispet...
Diğer yakınlarını izlerken de benzeri hislerle dolmuştu. Hırçın nehirler misali çağıldamaksızm hepsinin de başları önlerindeydi.
Sahi!..
Kaç tufan dinmişti, şu yaralı gönüllerde?..
Yine öylesi bir dinginlikle sedefler ardınca kalmış ıstıraplarla hemhaldılar. Balalar hariç...
Beş, üç ve iki yaşındaki yavrucağızlar, Rukayye'nin kıpırtısız şekilde yatmasını derin bir uyku sandıkları için onun ne vakit uyanacağını soruyorlardı. Kalksa sanki yarım kalmış oyunlarına devam edeceklerdi.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder