Kitabın 19.20. ve 21.sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Kalbime Koy Başını Doktor, Nabzımı Bırak!
"Kalbime koy başını doktor, nabzımı bırak. Gülen gözüme değil, ağlayan gönlüme bak. Bir an yaşa ruhumda, gör çaresi ne uzak. Gülen gözüme değil, ağlayan gönlüme bak."
Güftesi, Şayeste Hanıma ait olan, Muzaffer İlkar tarafından, Hüzzam makamında Curcuna usulü ile bestelenmiş muhteşem bir eser! Sözler ne kadar anlamlı değil mi? Özellikle de biz tıpçılar için.
Evet, çok anlamlı! Acaba, bırakın hastasının kalbine başını koyup onun iç dünyasına girerek, onu anlamaya çalışan doktoru, hastasının nabzını tutan kaç meslektaşımız kaldı ki! Yazık, çok yazık... Bazı özellikli branşlar hariç, hastasının nabzını tutan hekimi ara ki bulasın!
Oysaki tıp fakültelerinde yıllardan beri, "Her ne sebeple olursa olsun, muayeneye gelen her insanın, ateşinin, nabzının ve tansiyonunun ölçülmesi, o hastanın en tabii hakkıdır" kaidesi öğretilmektedir. Kırk yıldır, bunu böyle öğrendik, böyle bildik ve böyle öğrettik.
Anamnez ve fizik muayenenin, genellikle teşhisin, en az yüzde yetmişini oluşturduğunu, diğer tetkiklerin, teknolojik imkânlar ne kadar gelişmiş olursa olsun, tamamlayıcı işlemler olduğunu, hatta temel tedavinin, esasında hastanın anamne-zinin alınması ile başladığını, insanın bir iç dünyasının olduğunu, her ne tür rahatsızlıklar olursa olsun, bu iç dünyanın birçok fırtınalar ve metamorfozlar yaşadığını, belli oranlarda ruhsal değişkenliklerin ve bozuklukların ortaya çıktığını, hasta psikolojisinin çok iyi bilinmesinin gerekliliğini, bütün bu nedenlerden dolayı, hasta ile iletişim kurarken, anamnezini alırken bile, ten, göz ve ruh temasının ve iletişiminin ihmal edilmemesini öğrettik ve bütün bunların önemini vurguladık.
Bu arada, bu temasları ve bu tıbbi iletişimi kuracak hekimin, giyim-kuşamı, davranışı, ahlaki yapısı, oturması kalkması, bilgisi, tecrübesi, hastaya yaklaşımı, konuşma tarzı, temizliği, nezaketi, nezafeti, zarafeti, nezaheti ve feraseti üzerinde durmak istemiyorum. Zira meslektaşım olduklarına maalesef, bin şahidin gerektiği bazı kişilerin varlığı, "Men dakka, duk-ka" ve "Men lem yerham, la yurham" prensipleri çerçevesinde, ister istemez, son yıllarda başımıza gelenlerin müstahaklığını akla getirmektedir!
Diğer taraftan, üzülerek belirtmeliyim ki, aklının, fikrinin, bilgisinin ve tecrübesinin ışığında hareket etmesi ve hastasının teşhis ve tedavisini planlaması gereken hekim, genellikle teknolojinin ve aletlerinin esiri olmuş durumdadır.
Hastasının, bırakın nabzını tutmayı, tansiyonunu ölçmeyi, yüzüne bile bakmadan, gerekli-gereksiz, ne amaçla istediğini bile bilmeden, çarşaf gibi bir laboratuvar tahlil istek listesini ve pahalı tetkikler içeren radyolojik ve girişimsel inceleme talep formlarını ellerine tutuşturarak hekimlik yaptıklarını zannetmektedirler.
Bütün bunlar, meslektaşlarımızın haklarını savunurken, bu hususlarda kalem oynatırken, bize layık görülen uygulamaları eleştirirken ve bu amaçla konferanslar verirken iç dünyamda fırtınalar koparıyor ve mesleki olarak "Nerede yanlış yaptık?" sorusuna cevap bulmakta zorlanıyorum.
Şu Lüzumsuz "Gheck Up"lar!
Aslında, daha önce de birçok kez, çeşitli özel sağlık kuruluşlarınca (!) telefonla aranarak, indirimli, promosyon ve hatta ücretsiz sayılabilecek genel muayene ve tetkik-tahlil yaptırmam için davetler almıştım. Bu davetleri ciddiye almayarak, kimliğimi açıklayıp, tekliflerini kibarca reddetmiştim.
Ancak, geçenlerde yine bir firmadan güzel sesli ve nezaketli (!) bir hanımefendi beni cep telefonumdan aradı. Kim ve ne işle meşgul olduğumu öğrenme zahmetinde bulunmadan, Türkiye genelinde başlattıkları Sağlık Taraması Kampanyası (!) çerçevesinde, yüzde elli indirimli "check up" yaptırmamı öneriyordu. SGK'lı bir kişi olduğumu söyleyince de, bilaücret, meccani tepeden tırnağa, tahlil, tetkik, BT, sintigrafı, kanser taraması, tüm vücut MRG'si (ne demekse!), her ne istersem, her türlü inceleme ve araştırmanın yapılacağını söylüyordu. Herhangi önemli bir şikâyetim olmadığını birkaç kez ısrarla ifade etmeme rağmen, beni ikna etmek için bunun ne kadar önemli olduğunu söylüyor, hayat kurtarıcı bir melek edası ile adeta yalvarıyor ve beni bu sağlık taramasına razı etmeye çalışıyordu. Sonunda sabrım tükendi ve kendimi tanıtarak telefonu kapattım.
Şimdi, Allah aşkına, lütfen söyleyin. Hekim meslektaşlarımın yüzde kaçı, belli risk grupları hariç, hiçbir şikâyeti olmadan, periyodik olarak kendilerini, eşlerini, çocuklarını, anne ve babalarını genel sağlık taramasından, fiyakalı ve sosyete tabiri ile "check up"tan geçirmektedir? Kendimiz veya yakınlarımız için istemediğimiz tetkik, tahlil, tarama ve araştırma yöntemlerini başkaları için neden isteyebiliyoruz ya da istenmesine niçin alet oluyoruz? Para babalarının daha çok kazanabilmeleri için!
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder