Kitabın 62. ve 63. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
18
"Hani ya demirhindi şerbetim!" diye kulağımda patlayan şiddetli avaz beni o derece korkuttu ki hayretimden az kaldı alabildiğine giden ve üzerime doğru gelen arabanın altında kalacaktım. Kendime gelip de bu naranın geldiği tarafa dikkat ettiğimde sipsivri, gürbüz, delikanlı, başında keçe külah, sırtında salta, bacağında potur, tulumbacı yemenisi cinsinin sivilize takımından ayağında bir yemeni bulunan ve arkasına semaverimsi sarı bir güğüm almış olan birini gördüm.
Dikkatimi anlar anlamaz, "Buuuz gibi!" diye bir daha haykırdı.
Ben hâlâ suratına bakıyorum. O da durmaksızın söyleniyor: "Şifalıdırrr! Harareti söndürürrrr."
Şaşırdım. Kim bilir, ne türlü bir halde kalmışım ki şerbetçi yanıma doğru gelerek önündeki bardaklıktan bir bardak çekti. Başını eğerek, "Şır! Şır!" diye doldurdu. Sıvalı kolunu uzatarak bize bir tane sundu. Çaresiz içmeye başladım. Ben içiyorum. O beni âleme şahit tutuyor.
"Dişlerini dondurdu! Hani ya buzzz!" diye bağırıyor. Meğer bunlar İzmir'den buraya kadar gelmiş olan ticaret erba-bındanmış. Anlar anlamaz yaralı Osmanlı gazilerine gösterdikleri cömertlikler hatırıma geldi. Herifceğizi derhal sevdim. Hatta kazansın diye bir tane daha içerek ateşimi söndürdüm.
• Ben bardağı teslim ederken yanımda bir ses daha peyda oldu. Döndüm: Kurban Oseb. Bu komik yadigâr da susamış. Fakat verdiğim işaret üzerine şerbetçi bardağı dolduruncaya kadar en güzel taklitlerinden biri olan merhum çalgıcı Civan'ın şekline girdi. İçtikten sonra kamburunu çıkararak yürümeye başladı. Şerbetçi de şaşakaldı. Bu sefer hayret etmek benden o naracıya geçmişti.
• Geçen gün Köprü üzerinde renkleri tetkik etmekle uğraşarak izlenimlerimin bir özetini size yazmıştım. Mektubun yazım tarzı kalem erbabından birinin hoşuna gitmiş ve beni ziyaret etmek gibi bir teveccühte bulunmak üzere benim fakirhaneye kadar gelmişse de beni bulamamış. Bunu haber alınca tabii ki iade-i ziyaret ettik. O beni bulamamış ama ben onu bulabildim. Derhal konu renklerden açıldı. Dolayısıyla lisan konusuna gelindi. Dedi ki: "Eğer lisanımız için de bir renk yazman gerekseydi ne diyecektin?"
Durdum. Sual garip ama mühim. Şaşaladım. Lisana bir renk verilir mi? Mavi desem olmaz, kırmızı, turuncu yakışmaz. Al, pembe, siyah hiç uygun düşmez.
En nihayet, "Ben yakışacak şeyi bulamadım. Sizin aklınıza geliyor mu?" diye sordum. Güldü, dedi ki: "Ben buldum! Lakin bir renk değil. Renk cümbüşü. Renk de değil, birkaç rengin bir araya gelmesinden oluşan mozaik "
"Mozaik! Gerçekten pek münasip. Öyle ya! Arapça, Farsça, İtalyanca, hele şimdilerde Fransızca, Türkçe... Kıyamet!"
"Evet. Lisan büyüdükçe yeni kelimelere muhtaç olurmuş,
Mesela 'tatlı kelimesi pek eski olduğundan kullanılmazmış.
Onun yerini 'nuşin' kelimesi alacakmış. Bundan böyle nuşin
helva, nuşin karpuz, nuşin renk, nuşin söz, nuşin dil denilecek."
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder