16 Temmuz 2014 Çarşamba

Geçerken

Geçerken, Adalet Ağaoğlu tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Everest Yayınları, Deneme, 9786051417509, 214 Sayfa, Temmuz/2014
Kitabın 180. ve 181. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Dünya romanı çeşit çeşit analarla doludur. İçlerinde yücelti-lenleri olduğu gibi, yerin dibine batırılanları da az değildir.
Yazarların analığa ve analarına yaklaşımları da çeşitlidir doğallıkla. Anneliği, ola ola 'Bir zevk ânının çocuğun başına ördüğü çorap, dahası, yeryüzüne saldığı yeni bir kötülük tohumunun kaynağı' olarak gören Marquis de Sade bir yanda, 'Deli İngiliz' diye anılan Nancy Cunard ile annesi arasındaki 'aşırı duyarlık' bir yanda... iki savaş arası Paris'e demir atmış yabancı yazar ve sanatçılar arasında, siyasal eylemleriyle olduğu kadar, gerçeküstücülere kucak açmasıyla da ünlenen Nancy Cunard, annesinin kıskançlık kavgalarından epey çekmiş. Bunu, Anne Chishom'un Nancy Cunard üstüne yazdığı bir kitaptan öğrenmiştim bir zamanlar.
Hemen bu noktada, Romain Gary'nin az sonra sözünü edeceğim kitabından şu satırları alıntılamadan yazımı sürdürmek istemiyorum:
"Anaların çocuklarıyla sevişmesinin hiçbir zaman yanında olmadım. Ama yine de şunu diyorum: Bu, yaşadığımız bunca rezilliğin içinde çok masum bir suç olarak kalır. Anaların çocuklarıyla yatmaya düşkün olması, bana Hiroşima'dan, Buchenwald'dan, idam mangalarından ve polis işkencelerinden, teröründen çok daha kabul edilebilir görünüyor." (Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı. Çeviren: Alev Er, Can Yayınları, s. 70) Az sonra üstünde duracağım kitap bu ve roman başkişisinin bu söylediklerine de bütünüyle katılıyorum.
Şimdi sürdürebilirim:
Romanda çeşitli ana kimlikleri deyince, adının sağladığı kolay çağrışımla ilk aklımıza gelen Gorki'nin Ana'sı olur. Bu romandaki anaya, yazarının olmasını istediği insan gözüyle bakabiliriz. Yaşam içinde, duygu düzeyinden bilinç yüzeyine geçmiştir; kendisine toplumsal/siyasal bir işlev yüklenmiştir. Dostoyevski'nin Anna Andreyevna'sı şu ânda aklıma gelen başka bir ana. Onun, İhmenev ailesini derli toplu tutmaya çabalamaktan, kızı Nataşa'yla kocası Nikolay Sergeyiç'i sağlıklı, mutlu görmekten öte derdi yoktur. Bu da küçük burjuvalıkta geneli belirleyen bir ana örneği. Bizim romancılarımızdan Fakir Baykurt'un ister birisinin, isterse köy kavminin anası olsun kitaplarındaki ana tektir. "Irazca" dizisinde de, Tırpan'da da görüldüğü gibi, bu ana, hele öz canı yandı mı, gözünü yumup ağzını açan bir anadır. Özlemlerinin gizlisi saklısı yoktur. Gözyaşlarını içine akıtmaz. Köyün kendisine verdiği 'ana'lık payesini ise, yine köyün değer ölçülerine uygun biçimde, 'yiğitçe'savunup haketmeye çalışır. Bıçak kemiğe dayandı mı, başkaldırır; canını sakınmaz, hakkını ister. Kimi kez bu uğurda adam öldürmeye bile yatkın olduğunu görürüz.
Flaubert'in Madam Bovary'sinde Emma Bovary'nin başrolde olması kaynanasını gölgede bıraktırmıştır. Charles'ı o kadar ezik büzük bir hale sokan bu 'otoriter ana' üstünde pek durulmaz. Çünkü anaların böylesi hayatta bol, romanlarda daha da boldur.
Bir de yazarların kendi anaları üstüne, kimi kez özyaşamöy-küsel roman, kimi kez anı biçiminde eğilmeleri var.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder