12 Ağustos 2014 Salı

Zifir

Zifir, Bülent Yıldız tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | İletişim Yayınları, Roman, 9789750515811, 223 Sayfa, Ağustos/2014
Kitabın 11.12. ve 13. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Tüm hikâye, sanki görünmez bir el tarafından kurgulanmış gibi dün sabah başlamıştı. Ya da önceki sabah. Ya da ne olduğunu tam olarak kestiremediğim; zamanın, nifak tohumunu zihnimin en ücra dehlizlerine usulca serpip kaçtığı bir sabah. “Cümlenizin yalanını sikeyim!” demiş ve silahını gölgesinden hızlı çeken yalnız bir kovboy kıvraklığıyla namluyu üzerime doğrultmuştu. Sonrası basit. Dan dan! Her şey tabiat yasalarına aykırıydı ve ben daha küfre karşılık veremeden slov moşın ölecektim. Üzerime doğrultulan 357 magnumdu ve 38 mm çapındaki merminin barutun genişlemesiyle kovandan ayrıldığını, kovanın geri tepip silahın sürgüsünü geri ittiğini, sürgünün geri gelmesiyle birlikte boş kovanın dışarı atıldığını, icra yayının ileri itmesiyle yeni bir merminin namlu yatağına yerleştiğini görebiliyordum. İlk mermiyle aramdaki mesafe bir ömür, ikincisiyle platonikti. İkinci mermi ilkini yakalamak ve hatta geçmek için can havliyle ileri atıldığında küfür çoktan hedefe varmıştı.Bazen iki kurşun ve bir küfür tüm hayatın özetidir. Adam sanırım iki mermi ile beni yok edebileceği yalanına kendini çoktan inandırmıştı. Oysa ben hep üç mermiyi hak ettiğimi düşünmüşümdür. İki mermi beni ancak zedeler ama üç mermi hayatla aramda oluşan bağı deforme eder. Hedefini şaşırmış merminin endazesini yitirmiş ilkesiz sahibi, sanki benim içimden fırlamış da bana dünyanın kaç bucak olduğunu ispata çalışan bir meczuptu. Tanımıyordum onu. Ama onun beni tanıdığına neredeyse emindim. Kallavi iki mermiyle beni öldürmek istemesinden değildi eminliğim. Tanımadığınız birini öldürebilirsiniz ama tanımadığınız birine öldürmeden önce küfür etmezsiniz. Küfür bir tanışıklık halidir ve bu yüzden öldürücü darbe hiç beklemediğiniz bir yerden gelir. Nokta. Sonuç: Biri baş hizamı diğeri kalp hizamı hedef tahtası yapan iki mermi arasındaki iki saniyelik fark hiç kapanmayacaktı. Elbet en ağırı, ruh hizamı hedefleyen küfürdü ve hepsinden önce hedefi bulmuş olmasıydı. Ne yalan söyleyeyim, iki mermi ile değil de bir küfür ile öleceğim aklıma gelmezdi. Tüm hayat kurgumun içine etmişti. Ben içine edilen bedbaht hayatımın ıstırabını yaşarken birdenbire onu gördüm yine. Çok uzaktaydı ve beni kucaklamak istercesine kollarını yanlara açmış, iki mermi aralığından bana bakıyordu erguvani gözlüklerinin arkasından. Birinci mermiyi gez, ikincisini göz, kendisini de arpacık yapmış keskin bakışlarıyla mermilerden önce hedefe ulaşıp beni kurtarmayı planlıyordu adeta. Evet, alnının hemen üstünde seyreklik bulunan eprimiş saman sarısı saçları benim için hala kızıldı ve “Arkana bak, arkana bak!” diye bağırarak bana doğru koşuyordu. Koşarken ayaklarının yere basmıyor oluşu onu bir peri olarak görmem için yeterli miydi bilmiyorum ama hızlandıkça daha bir havalanıyor, göğü kaplayan kızıl saçları ölüm mermilerinin üzerinde dolaşan bir heyulayı andırıyordu. Öyle ki ikinci merminin hızına neredeyse yetişmiş, biraz daha hızlansa onu havada yakalayıp bana ulaşmasını bile engelleyebilecekti. Onu delişmence sevmemin nedenlerinden biri kesinlikle bu değildi. İon sütunlarından daha naif ve ince, dor sütunlarından daha asil ve görkemli, dinler öncesi dönemlerden kaçmış da zınk diye karşıma dikilmiş tapılası bir heykeli andırıyordu benim için. Bir puttu o. Söz temsili, yalnızca soyluların girip tapındığı en muteber tapınağın en kutsal putuydu da o, ben gibi bir zavallıyı seçip onurlandırmıştı kendisine tapmak için. Zihnimde yarattığı hayaline meftun olduğum, ağzıma nefesini üfleyerek bitkin soluğuma can katan bir put. İçim de büyütüp beslediğim ve besledikçe iyiden iyiye ona ait olduğum bir duygu. Onun bu kutsal endamına hep hayran olmam benim zafiyetim değil, onun muktedir olmasındandı. İşte o muktedir ikon endamıyla koşarak “Arkana bak, arkana bak!” diye seslenişi artık bir haykırışa dönüşmüş ama o ses bir türlü bana ulaşamamıştı. Arkama bakmak istiyordum ama bakamıyordum. Öndeki mermi nefret dolu insan kisvesine bürünmüş şeytani bir gülümsemeyle “Sakın bakma, sakın bakma!” diyerek dile geliyordu bir anda. Nasıl oldu bilmiyorum ama sanki görünmez bir el tarafından başım arkaya çevrilmişti ve çaresiz ben bedbaht gerçekle yüzleşmiştim. Gördüğüm dipsiz bir uçurumdu. Her şey tabiat yasalarına aykırı, tabiat da bana aykırıydı. Orada öyle kendi yasamla baş başa kalıvermiştim. Mermiye baktım son hızla geliyordu. Uçuruma baktım, son hızla uzaklaşıyordu.
Ve ben, son hızla afallıyordum. Erguvani bakışlı sevgiliyle sanırım son kez göz göze geldik. Ellerini iki yana açmış bana doğru koşuyordu. Bir şeyler diyordu ama ben anlamıyordum. Dudaklarını okumaya çalıştım, okuyamadım. Uçurumdan aşağıya son hızla düşüyorsanız okumayı unutur yazmayı es geçersiniz.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder