17 Eylül 2014 Çarşamba

Ölümün Süt Dişleri

Ölümün Süt Dişleri, Osman Şahin tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Kırmızı Kedi Yayınları, Öykü, 9786055340810, 97 Sayfa, Eylül/2014
Kitabın 46. ve 47. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

"Oğlum deden hasta. Sen yarın gurbete gidiyorsun. Ölüm var kalım var. Üstün başın temizken git elini öp, hayır duasını alıver ihtiyarın," dedi.
Evden çıktım. Hemen karşı evdeydi dedem. Girdim içeri. Köşede, izbe yer yatağında yatıyordu. Başucunda camı islenmiş lamba yanıyordu. Sakalları apak olmuş, gözaltları morarmış, halkalaşmıştı dedemin.
"Dede, ben Osman. İmtihanı kazandım. Yarın gidiyorum. Ver elini öpeyim' dedim. Dedem; hangi imtihanı kazandığımı, nereye gideceğimi bile sormadı.
Çıplak bacaklarının şişkinliğini göstererek:
"Rahmetli babamla kardeşlerim de böyle şişerek ölmüşlerdi. Bu şişler bende de başladı. Ve ben bu şişler içinde öleceğim," dedi.
Ne diyebilirdim. Öptüm elini. Döndüm eve. Kardeşlerim toplanmışlardı. Onca kardeşimin içinde babam, beni ilk kez yanı başına oturttu.
"Ailemizden ilk defa bir devlet memuru çıkacak," dedi. Sonra bana döndü: "Oğlum, kanatlarının uzaması için uzaklara uçman gerekmiş. Sakın yolunu şaşırma! Bizlere layık ol! Yarın bugünden iyi olmalı ki, gelişme olabilsin. Çiftçi kısmı, harmanından kalkan buğdayı kendisi ölçmeli, kendisi kaldırmalı. Sen de ilerde kazancını başkalarına ölçtürme! Kendin ölç!" diyerek kısa bir yaşam dersi verdi.
Bütün kardeşlerimin gözleri üzerimdeydi. Hayatımın dönüm noktalarından birini yaşıyordum. Evde görebildiğim, her şey kendi zaman çizgimin dışına düşmüş gibiydi. Adını ancak, "Diyarbekir bu mudur, elleri kınalı" türküsünde duyduğum Diyarbakır, Dicle Köy Enstitüsü'ne gidecektim, oralarda gece gündüz çalışarak geleceğim için, çoğalmaya, büyümeye çalışacaktım.
Anam, ellerini renkli Türkmen kuşağının arasına sokmuştu.
"Yoksuluz diye, açlıktan oklavayı yaladık diye küşüm çekme oğul," dedi. Bizim de geçmişimizde yola yoğurt serenlerimiz oldu. Küheylan atlara binenlerimizi oldu. İmtihanını kazandığın için devlet okutacak seni. Devletin eli büyüktür. Gittiğin yollar ak olsun. Yolundan çıkma sakın! Gölgesine bakıp da her insanı insandan sayma!" dedi.
O ara babam, Nezir ağabeyime, tavan merteklerinin çivisine asılmış eski, çok eski bir davarcığı gösterdi: "Oğlum şu davarcığı indiriver yere," dedi. Nezir ağabeyim, tavandaki mertek çivisine asılı davarcığı indirdi. Üzerinin tozunu sildi. Uzattı babama. Babam davarağın ağzını ağır ağır açtı. Elini soktu, içinden, yumurtadan biraz büyükçe, üç yuvarlak, parlak taş çıkardı koydu ortaya. Taşlardan biri siyah, biri beyaz, üçüncüsü mavi çinko rengindeydi. Odada belirgin bir suskunluk vardı. Herkes davarcıktan çıkarılan üç taşa bakıyordu.
Babam bana dönerek:
"Oğlum ailemizin yadigârı şehit taşlarımız bunlar," dedi. Bu taşlar seferberlikte şehit düşen üç ağabeyimin, Nezir, İbrahim, Osman amcalarının andaçları, şehit taşlarıdır. Uç ağabeyimin kısacık hayatları oldu. Evlenemeden, çora-ço-cuğa kavuşamadan şehit düştüler. Sana adını verdiğimiz Osman ağabeyim, Lübnan Dürzü Harbi'nde, Süvari başçavuşu İbrahim ağabeyim, Sarıkamış'ta atıyla birlikte dondu, şehit kaldı. Nezir ağabeyim ise Kanal Harekâtında şehit düştü. Rahmetli anam Hatice, "Nezirim, İbrahimim, Osmanım," diye diye, bu taşlarla dizini göğsünü döve döve öldürdü.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder