# Ercan Kesal - Peri Gazozu | Kitaptan okuma parçası #
Ercan Kesal - Peri Gazozu | İletişim Yayınları, Öykü, 180 sayfa, Temmuz 2013.
"... bütün sanat eserleri belleğe dayanır. Belleği billursu hale getirmenin, somutlaştırmanın araçlarıdır. Bir ağacın üzerindeki bir böcek gibi, sanatçı da asalak gibi çocukluğundan beslenir. Sonra biriktirdiklerini harcar, yetişkin olur ve olgunluğu da son noktadır..." diyor Bergman... Katılıyorum.
Ne kadar becerebildim bilmiyorum. Ama, bildiğim, yapabildiğim, elimden gelen bu. Ümitlendirense, bazen bir dostun ilettiği küçücük bir not:
"... kıymetli kardeşim, yazını seyrettim bugün."
Ercan Kesal’dan, aynanın kenarındaki fotoğraflar misali hayat parçaları, sohbet makamında insan hikâyeleri.
Kurban
"... İbrahim sabah erkenden kalktı. Eşeğine palan vurdu. Yanına oğlu İshak'ı da alarak, Tanrının kendisine bildirdiği yere doğru yola çıktı. Üçüncü günün sonunda gideceği yeri gördü. Adak için hazırladığı odunları oğlu İshak'ın sırtına yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Biraz yürüdüler. İshak sırtında odunlar, etrafına bakındı ve:
'Baba,' dedi.
'Evet oğlum,' diye cevap verdi İbrahim.
'Ateş burada. Odun da sırtımda. Ama, adaklık kuzu yok. Keseceğimiz kuzu nerede baba?'
İbrahim sustu..."
Babam ilk gazozhaneyi, arkadaşı Hafi'nin Orta Mahalle'deki kahvesinin yanına açmış. Hafi Abi bir gün kahvede kalp krizi geçirip babamın kucağında ölünce de, Aşağı Mahalle'deki çeşmenin yanına taşımış dükkânı. Babam sonradan bıraktı gazozculuğu. Ama, arkadaşının ölümünden, ona bir ömür boyu taşıyacağı korku ve evhamlar kaldı. Gece yarısı, yorganın içine kıvrılmış, gözlerim sımsıkı kapalı, babamın biraz öfkeli, ama çoğunlukla çaresiz bitmeyen yakınmalarını dinlerdim. Annem elinde sıcak su torbası, mutfakla yattıkları odanın arasında gidip gelirken bir yandan da usul usul ikna etmeye çalışırdı babamı:
"Bi şeyin yok Mevlüt... Geçen sefer de böyle oldun, bi şey çıktı mı? Çıkmadı... Üşüttün sen..."
Babamın yakınmaları bir süre daha devam eder, sonra da kesilirdi. Annem, yatağın ucunda biraz daha bekledikten sonra, artık uyumaz, sırtına aldığı eski kazağına sarınarak, halı tezgâhının başına otururdu.
Hafif karanlık, serin ve esans kokulu bir dükkândı gazozhane. Hemen girişte şişelerin yıkandığı küçük bir havuz, kenarda gizlice ağzımı dayadığım şerbetlik ve arkada küre biçiminde bakırdan bir kazan. Abim, baş aşağı çevirip havuzun içindeki suya daldırırdı beni. Boğulacağımı zannedip, bileklerini tutmaya çalışırdım.
İşçimiz Dursun Abi, çeşme başındaki kadınlarla kavga ederdi hep. Depoya su doldurmak için geceden çeşmenin ağzına bağladığı hortumu yine çıkartmış kadınlar.
"Çeşmenin suyunu gazoz diye içiriyorsunuz bize," diyorlar.
Çok da haksız değiller.
Hikmet'in ailesi gazozhanenin üstündeki tek göz odada yaşardı ve benim en iyi arkadaşımdı. Babası Şerafettin amca bir ayağı topal, yoksul bir çiftçi. Durgun, sessiz bir çocuktu Hikmet. Matematiği çok iyiydi ama. Kupon keserdi gazetelerden ve eksik kuponlarını en çok ben tamamlardım.
Okullar tatil olmuş. Çok sıcak bir gün. Hikmet ve bir arkadaşımız daha yüzmeye gideceğiz. Her zaman yüzdüğümüz yere değil de, Kızılöz tarafına gideceğiz bu sefer.
Kızılırmağın dibinde dışarıdan hiç fark edilmeyen derin boşluklar vardır. Avanoslular "cumbak" der ona ve çok tehlikelidir. Epeyce yüzdük ırmakta. Çıkmaya yakın, Hikmet "cumbak"lardan birine düşmüş olmalı ki, batıp çıkmaya başladı. Elini uzatıyor ve bileğimizi tutmaya çalışıyordu. Çekmeye çalışsak da çekemedik. Gözümüzün içine bakarak, kayboldu gitti Hikmet.
Annesinin, saçları dağılmış, deli gibi, ırmak boyunca koşturmasını hiç unutmadım. Beş gün boyunca bulamadılar Hikmet'i. Annesi beş gün beş gece ırmağın etrafından ayrılmadı, ağıtlar yakarak dolandı durdu...
O günlerin birinde sabah erken saatlerde babamla çarşıya gidiyordum. Bizi görünce yanımıza geldi. Yüzü kararmıştı acıdan.
"Mevlüt, Mevlüt... Irmak vermiyor yavrumu... Bak, senin guzun yanında... İyi de benim guzum nerede?"
Babamın hiç konuşmadan, öylece durduğunu hatırlıyorum.
---
Bu alıntı tanıtım amaçlı yapılmıştır.
kitap

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder