Romain Sardou - 13. Cemaat | Pegasus Yayınları, Roman / Gerilim, Çeviren Nazan Yazıcıoğlu, 432 sayfa, Temmuz 2013.
1284 Kışı, Draguan, Fransa.
Nehirden çıkan parçalanmış cesetler...
Olayı çözmek isteyen iki din adamı...
Sırlarla dolu bir cemaat...
Gizemli bir geçmişe sahip, öldürülen bir piskopos...
Her şeyin üstünü örtmek isteyen Kutsal Roma Kilisesi...
"13. Cemaat, Eco'nun Gülün Adı romanı kadar heyecanlı." -Würzburg
- Birinci Bölüm -
Batının büyük bir kısmı için 1284 yılının korkunç kış mevsimi tam bir yıkım oldu. Draguan sakinleri için bu sadece bir uğursuzluk daha demekti.
Her tarafı kırağıdan aşınmış küçük bir Meryem heykeli, onu saran ciladan kaplamayı birkaç hafta önce paramparça etmişti. Domines ve Befayt yollarının çaprazında, tamamen boşaltılmış kırsal alanın ortasında kalmış, kaymaktaşından yapılmış bu zavallı Meryem heykelini soğuk hava çatlatmıştı.
Parçaları toplanmamıştı; Draguan Piskoposluğu'nda, sanki kendilerini tehlikeye atmaya cüret edebileceklerin cesaretini kırmak için bir uyarı olsun diye yerde yatar bir halde bırakmışlardı.
"Şeytan soğukları" mevsiminin eşi benzeri görülmemişti. En çok zarar gören aileler en yakın dinî bölgelere sığınıyor, bacalar gökyüzünü kömürle karartıyordu. Haçlar ve çatılar yağlanmış kâğıtlar ve kuru samanlarla kaplanıyor, tüm halk hasır botlarla gevşek hayvan kürklerinin arasında soğuktan korunmaya çalışıyordu. Bu yıl hava şartlarının sertliği, kara yüzyılın kıtlığını bile aşıyordu.
Domines Barajı'nda bir buçuk yıldan fazla bir zaman önce gerçekleşen endişe verici olaylardan sonra tüm halk gibi, tuhaf başlıkların altına saklanmış Draguan Piskoposu Monsenyör Haquin, kırılan bakire heykelinden ve "dayanılmaz" soğuktan tedirgin bir halde çok fazla kuvvetin, kendi küçük piskoposluğunu karşısına alacağını düşünüp duruyordu.
Kışın ilk günleriyle birlikte piskoposluğunu terk etmek zorunda kalmış, Piskoposluk Meclisi üyeleri için tahsis edilmiş evin ikinci katındaki hücre odaya yerleşmişti. Dar ve basık tavanlı, kireçle beyaza boyanmış bu odayı ısıtmak, kendi piskopos çalışma odasını ısıtmaktan daha kolaydı. Piskopos, kışlık inziva koşullarına güçlük çekmeden uyum sağladı, odasına çekidüzen verdi. Bir sandalye, hazır bir masa ve bir sandık yerleştirdi. Haysiyetine yaraşır bir şekilde hepsi de kaba ahşaptandı. Titizlik gösterdiği tek şey, yaşlı adamın bir türlü elden çıkarmadığı kutsiyeti olmayan sandalyesine yakışan, büyük kürsüsüydü. Yarı kutsal yarı tılsımlı bu kürsüyü her yere beraberinde götürüyordu. Montayou'da üç cesedin bulunmasından beri Haquin büyük ölçüde huysuzlaşmıştı. O zamana kadar güçlü ve canlı varlığıyla tanınan bu adam aniden yaşlı bir münzevi, saçları ağarmış, inananlarını ihmal eden, sürekli kutsal kitaplarının üstüne kapanmış birine dönüşmüştü. Gözleri, süslü mihrap arkalıklarına resmedilen keskin bakışlı insanlarınki gibi anlaşılmaz bir ifade almıştı; sütümsü bir beyazlığa bürünmüş, fildişi gibi kıvrılmıştı. Hiç kimse, bu iyi kalpli piskoposun Montayou'da boğulanların ortaya çıkmasıyla neden bu kadar ilgilendiğini ve bunu Hıristiyanlık suçuna kadar vardırmasını anlamıyordu.
---
Bu alıntı tanıtım amaçlı yapılmıştır.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.
kitap
KitapGalerisi Facebook / KitapGalerisi Twitter
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder