Kitabın 212. ve 213.sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Kitaplığımı artık düzenleyemeyeceğimi biliyorum. Sonra hangi kitaplık? Yemek masasının üstündeki yığınla kitap mı; yıllardır sofra kurulmayan yemek masası, git git bir kitap yığınağı oldu.
Koridor boyunca, marangoz Ahmet Bey'in emeği, uzayıp giden kitaplığa âdeta tıkış tıkış doldurduğum kitaplar... Yüklüktekiler.,. Küçük odanın üç duvarını boydan boya örten eski kitaplığın raflarında, önde arkada, iki sıra dizilmiş kitaplar... Eskiciden alınma döner kitaplıktakiler...
Artık imkânsız. Yaşlanıyorum, altmış beş yaşımdan gün alıyorum. Genç dostlarım, "Biz gelelim, yardım edelim" diyorlar; kitaplarım söz konusu oldu mu, kimselere güvenemem.
Bu kargaşada, bu umutsuzlukta, eşsiz Süheyl Ünver'in İstanbul risalelerini arıyordum, beş cilt, kaçıncısındaydı, Ünver, Fâtih dönemi yemeklerini saray mutfağının kayıtlarından inceler. Bi-rinci ciltte yok. Üçte ya da dörtteydi galiba. Fakat üçüncü, dördüncü ciltler ortada vok...
Küçük odadaki kitaplığın, oda kapısına bitişik bölmesinden, arka sırada kalakalmış bir kitap tam o sırada karşıma çıktı: Nezihe Araz'ın eseri, Mustafa Kemal'le 1000 Gün, yirmi yıl önce yayımlanmış. Aldım, evirdim çevirdim, aziz büyüğüm Nezihe Hanım "sevgili Selim'e Afife Jale anılarıyla" diye imzalamış.
1980'lerin sonuydu, Nezihe Araz'ın Etiler'deki yazıevin-de Afife Jale senaryosunu birlikte yazmıştık. Öneri bana Ertem Eğilmez'den gelmişti, Müjde Ar için bir tasarı. Ertem Ağbi'nin Ayaspaşa'daki evinde o yıllar tasarılar tasarıları kovalardı.
Ertem Ağbi'ye Nezihe Hanım'ın Afife adlı oyununu söylemiştim. Nezihe Araz olmadan bu senaryonun altından kalkamayacağımızı da.
Sonra çalışmalar başladı. Nezihe Araz'ın hayal gücü, döneme dair bilgisi, çarçabuk sahneler-sahneler kurması beni şaşırtmıştı. Bir buçuk saatlik bir filmin değil, ucu bucağı bellisiz bir televizyon dizisinin senaryosu yazılacaktı sanki. Enginlere açıldıkça açılıyorduk. Nezihe Hanım'ın yazdıklarını makaslamak sonunda bana düşmüştü...
Bu, çalışkan, imgelemine hayran olunacak yazı emekçisini ne zaman, nerede tanıdım? Şimdi bir türlü çıkaramıyorum. Hatırladığım, yeniyetmeliğimde okuduğum bir romanı, Kervankıran, tefrika ediliyordu, kim bilir hangi gazetenin sararık sayfaları arasında. Kervankıran Selçuklu İmparatorluğu'na dair bir romandı. Tarihi romanlarımızda hemen hiç rastlamadığımız bir çağ. Gönlümde kaldığı kadarıyla akıcı, sürükleyici bir romandı Kervankıran.
Kervankıran'a erişemeyeceğime göre, Mustafa Kemal'le 1000 Giin'ü yeniden okumaya koyuldum. Nezihe Araz, Lâtife Hanım'ın öyküsünü yarı belgesel anlatımla işlemiş. Gazetecilikten ve oyun yazarlığından edindiği 'konuşturma' ustalığı kitabın bütün yapısına egemen. Kısa, özlü, daima işlevsel konuşmalar. Lâtife Hanım kendi anlattıklarıyla, başkalarının söyledikleriyle beliriyor.
Nezihe Hanım, sözü başka yazarlara da bırakarak, o döneme ilişkin anıları, röportajları, söyleşi yazılarını bir kez daha hatırlamamıza, değerlendirmemize fırsat tanımış. Çoğu kaybolup gitmiş, iyice unutulmuş bu belgelerde, Mustafa Kemal'le Lâtife Hanım'ın ilişkisinden çok, çağın 'bakış açısı'nı yakaladım.
Örnekse, Ruşen Eşref'in coşkun üslûbunun yanı başında, Halide Edib'in (Türk'ün Ateşle İmtihanı) farklı, deyiş yerindeyse, ancak bir 'romancı'ya yaraşır anlatımını duyumsadım. Nezihe Araz da, Lord Kinross'tan söz açarken "... o serinkanlı İngiliz üslubuyla..." demek ihtiyacını duymuş.
İşte bu üç yazar, Ruşen Eşref, Halide Edib, Lord Kinross, Araz'ın görüngesinde, İzmir'e girişi yazıyorlar:
Ruşen Eşref, "önder"e seslenirken "muzaffer kahramandı betimliyor, coşkulu bir sesleniş içinde.
Halide Edib, süvarilerin ve atların hayalet gibi göründüklerini söylüyor.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder