26 Nisan 2013 Cuma

Ahmet Altan - Kılıç Yarası Gibi

# Ahmet Altan - Kılıç Yarası Gibi #

Ahmet Altan'ın kitapları bilindiği gibi Mart 2013'ten beri Everest Yayınları tarafından yayımlanmaktadır. Altan'ın son romanı "Son Oyun"un ilk 100.000 adetlik baskısının 2 saat içinde tükenmiş olması edebiyat piyasasını epey hareketlendirmişti. Biz de Son Oyun dışında, önceki kitaplarından biri olan Kılıç Yarası Gibi'den bir alıntı yapalım dedik...

                                              

                                                                    - 1 -

Bütün o eski ve unutulmuş eşyalar; kesme kristalden hokka takımı, sülüs yazıların ölmekte olan canlılar gibi üstünde kıvrandığı sararmış kağıtlar, yer yer çatlamış deri koltuk, duvara dayalı bir teli kopuk tambur, çekmeceleri kaybolmuş ceviz masa, çatlak bir porselen tabağın içinde duran, sabundan yapılmış, boyaları dökük meyveler, ortasından geçen ince demir çubuğu paslı, bir yanı göçmüş teneke atlas, duvara yan yana asılmış gümüş kılıçla fildişi baston, odanın bir köşesine yığılmış eski dergiler, maroken ciltli kitaplar; bütün bunlar, bütün oda, bütün ev, hatta belki bütün kent toz içindeydi; incecik bir toz her şeyin üstüne yayılmış, içine sinmiş, eskitip öldürmüştü.

Kendisine bütün anlatılanları hatırlıyordu, hiçbirini atlamadan hepsinin teker teker hafızasına yerleştirmişti; her birinin anlattığı öbüründen değişikti: Kristal hokka takımı bazılarının anlattığına göre Şeyh Efendi'nin sünnetinde gelmiş, bazılarının söylediğine göre ise Ragıp Paşa'ya düğün armağanı getirilmişti; duvardaki fildişi baston bazılarına göre Reşit Paşa'nındı, bazılarına göre ise Hikmet Bey, Selanik'te bir eskiciden almıştı. Bu kentin, bu evin, bu odanın, bu eşyaların tarihi, her anlatana göre değişiyor, her seferinde bir başka hikâyenin, bir başka mevsimin, bir başka zamanın sahibi oluyor ve her seferinde tarihini kaybedip biraz daha yokluğa gömülüyordu.

Her şeyi hatırlıyordu ama ölülerle ne zaman konuşmaya başladığını kestiremiyordu; bu eve geldikten sonra mı konuşmaya başlamıştı, yoksa konuştuğu ölüler mi onu bu eve getirmişlerdi; zamanın billur küresi belirsiz bir anda çatlayarak o kürenin dışında kalan ölülerle içinde kalan canlıların birbirine karışmasına neden olmuştu. İlk başlarda incecik bir çizgiye benzeyen çatlak, kendi içinden yürüyerek kalınlaşıp bütün küreyi parçalamak için dağılırken, Osman da ölümle hayatın akılla deliliğin iç içe geçtiği ve küre iyice parçalanıp yok oluncaya kadar sürecek olan netameli yolculuğuna çıkmıştı.

Ona anlatıyorlardı; şehirlerden, saraylardan, köşklerden, yalılardan, tekkelerden, savaşlardan, çatışmalardan, cinayetlerden, aşklardan, kıskançlıklardan, öfkelerden, ihanetlerden, dostluklardan, insanlık hallerinden bahsediyorlardı ve hikâyeleri Şeyh Efendi'nin düğünün yapıldığı o tuhaf günden başlıyordu:

Tüylü bir hayvan gibi kabaran gökyüzünün derinliklerinde kükürt sarısı bulutlar kaynaşıyordu, tekkenin yanındaki mezarlığın kıyısına kadar uzanan Haliç, şehrin içinden sızna ölüm kokusunu emerek şişmiş; Eyüp sıtlarındaki servi ağaçları kararmıştı. Bir zamanlar, kalın kabuklarının üstüne dikilmiş mumların alevlerini titreterek yürüyen iri kaplumbağaların yarıştığı Sadabad, yosunlu çamur yığınları halinde kayıyordu Haliç'e doğru.

Düğün için hiç de uygun bir gün değildi.

----

Ahmet Altan, Kılıç Yarası Gibi, Roman, Mart 2013, Everest Yayınları.

Bu alıntı tanıtım amacıyla yapılmıştır.

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder