12 Temmuz 2013 Cuma

Edgar Allan Poe - Kızıl Ölümün Maskesi | Kitaptan okuma parçası

# Edgar Allan Poe - Kızıl Ölümün Maskesi | Kitaptan okuma parçası #

Edgar Allan Poe - Kızıl Ölümün Maskesi | Notos Kitap, Edebiyat / Öykü, Çeviren Tomris Uyar, 251 sayfa, Temmuz 2013.

Edgar Allan Poe bu dünyada âdeta bir sürgün gibi yaşadı. Dehanın getirdiği uyumsuzluk eksik olmadı yaşamından. Hiçbir maddi güç ya da statü de bu uyumsuzluğun üstesinden gelemedi. Ne var ki Poe'yu Poe yapan da bu: Öykülerinde insanın karanlık yanlarına, sıkışmışlığına, tuhaflığına, zaman zaman duyduğu çaresizliğe gözünü kaçırmadan bakan Poe, okurlarından da aynı cüreti bekliyor.

Kızıl Ölümün Maskesi, Tomris Uyar'ın seçtiği öykülerden oluşuyor. Onun çevirilerinin özenini, sağduyusunu, inceliğini okurları biliyor. Bir Tomris Uyar çevirisinin değerini bilmenin önemini göstermek, günyüzüne çıkmasını sağlamak da gerek.

                

- Kızıl Ölümün Maskesi -

"Kızıl Ölüm" uzun süredir kırıp geçiriyordu kenti. Hiçbir salgın böylesine öldürücü, böylesine korkunç olmamıştı. Totemi, kandı; mührüyse, kanın kızılı ve ürküsü. Dayanılmaz sancılar, ansızın baş dönmeleri, sonra gözenekleri boğan bir kanamayla ölüm. Kurbanın gövdesinde, özellikle yüzünde beliren kızıl lekeler, onu dostlarının yardımından, sevgisinden yoksun bırakan hastalığın belirtileriydi. Hastalığın açığa çıkması, ilerlemesi ve bitmesi ise yarım saatlik bir işti.

Ana Prens Prospero mutluydu, yürekliydi, akıllıydı. Ülkesindeki halkın yarısı hastalıktan yokolup gidince, saraydaki şövalyelerle leydiler arasından sağlığı ve neşesi yerinde olan bin kişi çağırdı huzuruna, onlarla birlikte kale gibi bir masantıra, uzaklara çekildi. Çok büyük, çok görkemli bir yapıydı bu, Prens'in o acayip, o ince beğenisinin bir örneği. Kocaman, sağlam bir duvarla çevrilmişti. Demir kapılar gömülüydü bu duvara. Saraylılar kapılardan girdikten sonra, demirci ocakları, çekiçler getirildi ve sürgüler eritilip kapılar kapatıldı. Amaç, içerdekilerin umutsuzluk ya da çılgınlık nöbetlerine tutulup dışarı çıkmalarını, dışardan da içeri girilmesini önlemekti. Manastır, erzakla doldurulmuştu tıka basa. Bu önlemler alındıktan sonra saraylılar kolaylıkla meydan okuyabilirdi salgına. Dış dünya kendi başının çaresine baksındı. Bu zamanda yas tutmak ya da tasalanmak saçmaydı. Prens, eğlence adına, keyfi adına ne varsa hepsini toplamıştı bir araya: Soytarılar vardı, şarkıcılar vardı, balerinler, çalgıcılar vardı, güzellik vardı, şarap vardı. Bütün bunlar ve güvenlik vardı içerde. Dışardaysa, "Kızıl Ölüm".

Masantıra çekilişinin beşinci ya da altıncı ayında, ay sonuna doğru, salgının doruğunu bulduğu sıralar Prens Prospero, konukları onuruna aklın alamayacağı kadar görkemli bir maskeli balo düzenledi.

Her türlü duyguyu kamçılayan bir baloydu bu. Ama önce size balonun verildiği salonu anlatayım. Hepsi altı salondu, bir de Prens'in özel odası. Çoğu kere bu odalar iç içedir, uzun ve kesintisiz bir görünümleri vardır; kapılar iki yana sürüldü mü her yer rahatça görülebilir. Prens'in acayip şeylere olan düşkünlüğünden beklenebileceği gibi, burada durum bambaşkaydı. Bölümler öylesine karışık bir şekilde sıralanmış tı ki, bakan, ancak bir bölüğünü, belki biraz fazlasını görebiliyordu. Her on sekiz yirmi metrede bir, keskin bir dönemeç ve her dönemeçte yepyeni bir izlenim... Sağdaki ve soldaki duvarların tam ortasında uzun ve dar bir gotik pencere, odanın girintisini çıkıntısını adım adım izleyen kapalı bir geçide açılıyordu. Bu pencerelerin camları renkliydi, ama pencerenin açıldığı odanın döşemesindeki baskın renge göre değişiyordu bu renkler. Doğu uçtaki oda masmavi döşenmişti sözgelimi - camlar da canlı mavidendi. İkinci salonun süsleri, halıları erguvan rengindeydi ve burada camlar da erguvandı. Üçüncü oda baştan başa yeşildi, camları da. Dördüncü, turuncu döşenmiş, turuncu ışıklarla aydınlanmıştı, beşinci beyaz, altıncı mor. Yedinci salon ise, tavanı boydan boya kaplayıp duvarlardan alağı sarkan kara kadife kilimlerle kefenlenmişti; kilimler, aynı kumaştan, aynı renk bir halının üstünde kıvrımlanıyordu. Yalnız, bu odada camların rengi döşemenin rengine uymamıştı. Burada kızıldı camlar - koyu kan rengi. Yedi odada da şuraya buraya serpiştirilmiş, altın süs yığınlarının arasında bir tane lambaya ya da şamdana rastlanmıyordu. Ne lamba ışığı, ne şamdan ışığı vardı bu iç içe odalarda. Ama geçidin odalara bakan bölümlerinde, her pencerenin tam karşısında, üç ayaklı demir bir sehpa üstünde bir ateş yanıyor, renkli camlardan süzülerek ışığa boğuyordu bitişikteki odayı. Ortalığı cicili bicili, acayip görüntüler kaplıyordu. Gelgelelim batıdaki kara odada, kan rengi camlardan geçip koyu döşemeye yansıyan yalaz, ürkünç bir etki yapıyor ve girenlerin yüzlerine öyle çılgın bir anlam veriyordu ki, konuklardan ancak bir iki tanesi içeri adım atacak yürekliliği gösterebildi.

---

Bu alıntı tanıtım amaçlı yapılmıştır.

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

KitapGalerisi Facebook / KitapGalerisi Twitter

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder