3 Eylül 2013 Salı

Kardeşimin Hikayesi

Kardeşimin Hikayesi 

Kardeşimin Hikayesi Zülfü Livaneli'den yine süper bir roman. http://kitapgalerisi.com'da %20 indirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Doğan Kitap, Roman, 324 sayfa, 9786050914443, Mayıs / 2013



Kitabın 12, 13, 14. sayfalarından alıntı yapılmıştır.

Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadeniz'in lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum.
Tavşanlar her gün olduklarından daha hızlıydılar. Yerlerinde duramıyor, az görülür bir telaşla o kayanın arkasından çıkıp bu kayanın arkasına koşturmak için sabırsızlanıyorlardı. O kadar hızlıydılar ki onları takip edemiyor, daha çok arkalarında bıraktıkları mor ışık izlerini görebiliyordum. Bu ışık izleri, soygun filmlerinde sık sık rastlanan, çok iyi denetlenen bankaların kasa dairelerinde birbirini keserek güvenli bir kafes oluşturan kızılötesi ışınlan andırıyordu. Hani şu, kahramanın ancak özel bir gözlük yardımıyla görebildiği ışınları. Ama tavşanların arkalarında kalan izler mordu, bunu iyi hatırlıyorum.

O sırada telefon çaldı. Açar açmaz, haftada birkaç kere gelip ev işlerini yapan Hatice Hanım'ın sesini duydum: "Korkunç Ahmet Bey! Vallahi çok korkunç!" diyordu.

Böyle durumlarda, yani birisi korkunç bir sesle "korkunç" diye bağırdığı zaman korkmak gerektiğini anlarım ve aklıma hemen ikiz kardeşim Mehmet gelir. Bir süre hiç sesimi çıkarmadan dinledim, sonra yatışmış olduğunu tahmin ederek "korkunç" sözüyle neyi kastettiğini sordum. 

"Arzu Hanım'ı duymadınız mı?" dedi ağlayarak. Arzu Hanım'a ne olduğunu sordum. Anlatmaya dilinin varmadığını söyledi ama sonra hem korkunç diye telefon açıp hem de neyin korkunç olduğunu söylememenin saçmalığını kavramış olacak ki fısıldar gibi "Arzu Hanım'ı öldürmüşler!" dedi.

Bu durumda ne yapılması gerektiğini düşündüm. Normal olarak insanlar, bir tanıdıklarının ölüm haberini aldıklarında üzüntü belirtirler. Yaşadığım deneyimler sonucunda bu kadarını biliyordum. Evet, üzüntü ifade eden bir şeyler söylemeliydim ama duygulan öğrensem bile, dozunu ayarlamayı bilmiyordum henüz. Yani beynim biliyordu ama kalbim bilmiyordu. Zaten o zavallı, yorgun pompa ne bilebilir ki!

Arzu'yu yakından tanıdığıma, hatta daha yedi sekiz saat önce gördüğüme göre ağlamam mı gerekirdi, yoksa hayretle bağırmalı mıydım, isyan mı etmeliydim? Belki de bu duyguların hepsini birden ifade etmem gerekiyor-du. İyi de ne kadar yapacaktım bunu, nasıl yapacaktım? 

Önce hayret ifade eden bir ses çıkarıp sessiz kalmanın sıkıntısından kurtuldum. Sonra bunun yetersiz kaldığı-m düşünerek "Yazık" dedim, "çok yazık! Nasıl olmuş?"

Öyle ya, merak da bir duygudur ve normal insanlar bir cinayet haberi alınca ayrıntıları öğrenmek ister.

"Akşam davet vardı..." dedi Hatice Hanım. Oysa bunu söylemesine gerek yoktu, biliyordum, davetlilerden biri olarak oradaydım. Bütün bir akşamı; güneş yanığı omuzlarım açıkta bırakan askılı, kırmızı bir elbise giymiş Arzu'yla, kocası Ali'yle, İstanbul'dan gelmiş olan konuklarıyla geçirmiştim. Bir yaz gecesi davetiydi, neredeyse insanın cildine sinecek kadar yoğun yasemin kokularının duyulduğu büyük bahçedeydik. Ses çıkarmayarak dinlemeyi sürdürdüm. 

"Gece Ali Bey, misafirleri ana yola çıkarmak için arabasıyla gitmiş."

Evet, bunu da biliyordum, çünkü ben de ondan sonra ayrılmıştım oradan. Yürüyerek evime gelmiş, hemen yatmıştım. 

Podima'dan, yani bizim köyden İstanbul yoluna çıkmak, ıssız, karanlık tarlalar arasındaki karışık yollardan geçmeyi gerektirir ve buraları bilmeyen biri beceremez bunu. Sabaha kadar kor yollarda dolaşır durur, kendisini sık sık Karadeniz'in hırçın dalgalı kıyılarından birinde kuma saplanmış olarak bulur - bu küçük yerin güzelliği de burada. 

Ali'nin arabasıyla öne düşüp İstanbullu konukları ana yola çıkarmak istemesi bu yüzdendi.

"Ali Bey yarım saat sonra eve döndüğünde bütün ışıkları açık bulmuş. Birkaç kere bahçeden 'Arzu, Arzu' diye seslenmiş. Yanıt alamayınca eve girmiş ve işte. Onu... öylece... Aman Allahım, öylece...

Bu okuma parçası tamamen tanıtım amaçlı olarak yazılmıştır.


Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder