Kitabın 5.6. ve 7. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
41 numarayla kente
Tegel Cezaevi'nin büyük kapısının önünde duruyordu. Hürdü. Daha dün, hükümlü giysisi içinde arkadaki patates tarlalarını çapalıyordu. Şimdiyse dışarıdaydı. Sırtında sarı bir yazlık pardösü vardı. Diğerleri içeride kalmıştı. Tarlada çalışmaya devam edeceklerdi. O ise dışarıdaydı. Hürdü. Sırtım cezaevinin kırmızı duvarlarına dayamış duruyordu. Birçok tramvay gelip geçti. O yerinden kıpırdamadı. Büyük kapının önünde nöbet tutan adam birkaç defa yanına geldi. Tramvayları gösterdi. Fakat o hiç hareketsiz durmaya devam etti. Korkunç an gelmişti. (Korkunç,
Franz. Niçin korkunç?) Dört yıl bitmişti. Son on İki aydır hep gönülsüzce baktığı o kara demir kapılar şimdi arkasından kapanıvermiştİ. Onu artık dışarı çıkarmışlardı. Diğerleri ise içeride kalmıştı. Tahta kesiyorlar, cilalıyorlar, yapıştırıyorlar ve cezalarının bitmesini bekliyorlardı. İki yıl, beş yıl. Cezası bitmişti, Tramvay durağında öylece duruyordu.
Onun cezası şimdi başlıyordu.
Şöyle bir ürperdi. Yutkundu. Olduğu yerde kıpırdadı. Sonra hareketlendi. Biraz sonra tramvayda oturuyordu. Bir sürü insanın ortasında. Haydi! Önce kendini dişçide sandı. Dişi kökünden çekiliyordu sanki. Ağrı dayanılmazdı. Başı çatlayacak-mış gibiydi. Arkasına döndü. Kırmızı duvarlara son bir defa baktı. Tramvay hızla köşeyi döndü. Başı arkada, Öylece kaldı. Ağaçlar, evler gelip geçti. Caddeler canlandı. Bir göl göründü. İnsanlar inip bindi. O dopdoluydu. Bağırası geliyordu; Dikkat, dikkat! Haydi, her şey şimdi başlıyor! Burnunun ucu buz gibiydi. Yanakları yanıyordu. "Yeni binen oldu mu?', "Öğle gazetesi çıktı!", "Yeni dergi var!"... Polislerin üniforması şimdi maviydi. Kimsenin dikkatini çekmeden tramvaydan indi. İnsanların arasına karıştı. Ne vardır Hiçbir şey yoktu. Doğru yürü, aç domuz herif, kendine gel. Yoksa yumruğumu suratına yersin. Caddeler nasıl da kalabalık. Her şey karmakarışık, insanlar koşuşup duruyor. Beynim bomboş. Kurumuş. Ne olmuş buralar? Ayakkabıcılar, şapkacılar, meyhaneler. Her yer ışıl ışıl. İnsanlar artık çok ayakkabı eskitiyor olmalı. Bu kadar çok koşuştuklarına göre.
Bizim cezaevinde ayakkabıcı vardı. Unutmadan söyleyeyim. Yüzlerce tertemiz vitrin camı. Hepsi de pırıl pırıl. Boş ver. Korkacak ne var? İstersen hepsini yerle bir edersin. Rosenthaler Meydanı'nda kaldırım başlarını sökmüşlerdi. Diğer insanlarla beraber kalaslara basa basa yürüdü. Onların arasında kal, onlarla bir arada ol. Her şcyi unutursun, çok şeyi fark etmezsin. Vitrinlerde cansız mankenler duruyor. Giysiler içinde. Ceketler, pantolonlar, paltolar, eteklikler, çoraplar ve ayakkabılar içinde. Dışarıda, kaldırımda her şey hareket halindeydi. Herkesin
suratında bir gülümseme vardı. Acaba bu insanların içi nasıldı? Hayat var mıydı? Aschinger'in karşısındaki geniş refüjde ikişer üçer kişilik gruplar sigara içiyor, gazetelere göz atıyordu. Hiç hareket etmeden. Tıpkı şu sokak fenerleri gibi. Donuk. Çevredeki yapılar gibi. Renksiz.
Rosenthaler Caddesi'nden aşağı doğru yürüdü. Küçük bir meyhanede pencere kenarına oturmuş bir adamla bir kadın gözüne ilişti. Kulplu kadehlerden gırtlaklarına bira boşaltıyorlardı. Sonra ellerindeki çatalı et parçalarına batırıp ağızlarına sokuyorlardı. Çatalı ağızlarından çıkarıyorlardı. Ağızları kana-mıyordu. Ah! Yumruklarını sıktı. Kurtulamayacağım ondan. Ne yapayım? Yanıt geldi: Bu senin cezan.Geri dönemezdi. Tramvaya binmiş, kente gelmişti. Cezaevinden salıverilmişti. Şimdi buradaydı. Buraya, yeni yaşamına girmek zorundaydı.
Biliyorum, diye mırıldandı, iç geçirdi. Buraya girmek zorunda olduğumu biliyorum. Beni salıverdiklerini de. Cezam bitmişti. Cezaevinden çıkarmak zorundaydılar beni. Bürokratların görevi bu. Hepsi tamam. Ben buraya gireceğim. İstemesem de. Zor da gelse. Tanrım.
Rosenthaler Caddesi'nde yürümeye devam etti. Kocaman Tietz Mağazası'nın önünden geçti. Sağa saptı. Dar Sophien Caddesi'ne. Bu cadde biraz karanlık, diye düşündü. Böylesi daha iyiydi. Cezaevi geldi aklına. Orada suçlular tek kişilik ya da kalabalık hücrelerde kalırdı. Cezalarını tek başlarına çeken bazı suçlular diğerlerini hiç göremezdi. Bazıları ise tek kişilik hücrede yaşamasına rağmen, avluda, dershanede ya da küçük kilisedeki dini ayinde diğerleriyle bir araya gelirdi. Yanından otomobiller gelip geçiyordu. Korna sesleri. Gürültü. Evler, yapılar uzayıp gidiyordu. Sonsuza. Yapıların üzerinde damlar. Havada süzülen kuşlar gibi. Bakışlarını damlarda gezdirdi. Damlar kayıp aşağılara inmezdi. Evler dimdik duruyordu. Ben zavallı budala, ne yapacağım, nerede kalacağım? Ev duvarlarına tutuna tutuna yürüdü. Duvarların sonu gelmeyecekti. Ben gerçekten çok budalayım. Biraz aldım kullanan başının çaresine bakar. Cezaevi başkaydı. Çan sesiyle çalışma başlardı. Belirli zamanlarda ara verilirdi. Yemeğe gitmek için, avluya çıkmak için, dershaneye girmek için. Avluda gezinti sırasında hükümlü kollarını iki yana sarkıtmak ve ileri geri sallamak zorundaydı.
Bir evin önünde durdu. Başını kaldırdı. Kapıya baleti. Açtı. Homurdandı. Oh, dedi. Biraz hüzünlü. Kollarını
kavuşturdu. Oğlum, burada hiç olmazsa üşümezsin. Avluya bakan kapılardan biri açıldı. Adamın biri yanından geçip arkasında durdu. Franz inledi... İç geçirdi. Ufladı. Rahatladı. Tek kişilik hücrede kaldığında sık sık uflamıştı.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder