Kitabın 15. 16. ve 17. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Birinci Bölüm Başlangıç
28 Eylül 1922-11 Kasım 1922
BÜTÜN Türkiye günlerdir durup durup coşuyor, bayram ediyordu.
Bir İstanbullu anı defterine şöyle yazdı:
"Hastalık, parasızlık, acı, düşmanlık, gelecek kaygısı, her şey, her şey unutuldu. Her yer çılgınca sevinen mutlu insanlarla dolu. Sevinçten kucaklaşıp kucaklaşıp ağlaşıyoruz. Her yanda bayraklar. Milli Mücadele karşıtı beş hocayı üniversiteden kovdurmayı başaran öğrencilerin sevinci artarak sürüyor!'
Asya, Ortadoğu ve Afrika'daki bütün Müslüman topluluklar da, bu mucize zaferi coşkuyla kutlamaktaydı. Hiçbiri bağımsız değildi. Hepsi sömürgeydi, işgal ya da denetim altındaydı, esirdi, geriydi. Dünya bu talihsiz insancıkların sevinç ve gurur dolu çığlık-larıyla inliyordu:
"Yaşasın Türkiyeeee!"
Türkler emperyalizmi yenmişti. Bir ilkti bu. Tarihin çok Önemli bir dönemeci yaşanıyordu. Türk ordusu Anadolu'yu temizlemiş, Çanakkale'yi sarmış, İstanbul kapılarına dayanmıştı.
Kanlı oyunun son aşaması başlamıştı. Türkiye 1918'de yenilip teslim olduğu zaman hepsi yıkılmıştı. Türkler bile başa çıkamadığına göre 'bu beyaz efendileri' kimse yenemez diye düşünmüşlerdi. Ümitsizliğin dibine çöktükleri anda 'Türklerin İngilizlere ve ortaklarına İsyan ettikleri' gibi inanılması zor haberler gelmeye başlamıştı.
"Neee?"
İşgale, parçalanmaya, paylaştırılmaya, sömürülmeye karşı çıkmıştı Türkler...
"Acaba doğru mu?"
Son haçlı saldırısına direniyorlardı...
"Direniyorlar ha!"
İngilizlerin ortaklarını, paralı askerlerini, kiralık katillerini ardarda yeniyorlardı...
"Yarabbi bu bir rüya İse ne olur uyandırma!"
Bu olağanüstü mücadeleyi dört yıl boyunca, Türklerin kazanması için dua ede ede, içleri titreyerek izlemişlerdi. Ezilen, sömürülen, hor görülen İslam dünyası için bu bir onur sorunuydu. Sonunda büyük haber gelmişti: Müslüman Türkler bütün beyaz efendileri, adamları, yamakları, uşakları, beslemeleri, soytarıları, alkışçıları ve çığırtkanlarıyla birlikte yenmişti!
Milyonlarca yanık, kavruk ses göğe yükseldi:
"Elhamdülillaaaaah!"
Malezya'dan Nijerya'ya kadar Asya ve Afrika'daki bütün Müslüman topluluklar sevinçle dalgalandı. Birçok şehir M. Kemal Paşa'nın resimleriyle donatıldı, Gazze'de ve Nablus'ta pencerelere Türk bayrakları asıldı.
İngilizler Nehru ile Öteki Hint liderlerini hapsetmişlerdi. Liderler kaldıkları koğuşları Türk zaferi şerefine çiçekli dallarla süs-lediler.
Bu olay Müslüman olmayan sömürgelerde de bağımsızlık ve Özgürlük ümidini yeşertecekti.
Tarihin akışı değişiyordu.
Tunus'un Kairouan şehrinde yaşayan Bouhdiba Efendi haberi alır almaz şükür secdesine kapandıktan sonra duaya durdu:
"Bize de Mustafa Kemal Paşa gibi bir serdar, Türk ordusu gibi bir ordu nasip et ey yüce Allahım."
İSLAM dünyasını coşturan bu zafer dünyayı şaşırtmış, özellikle İngilizleri çok sarsmıştı. Yüz yıllık bir ön hazırlığın ürünü olan Sevr Andlaşması ile onun kadar önemli olan Üçlü Anlaşma suya düşmüş, bütün çabalar boşa gitmiş, bütün planlar çökmüştü. Bu tehlikeli örnek sömürgeleri karıştıracaktı.
İngilizlerin, M. Kemal Paşa önünde, Çanakkale'den sonra ikinci büyük yenilgisiydi bu.
"Lanet olsun!"
Anadolu'yu Yunan ordusundan temizlemiş olan Ankara, İstanbul'da bulunan Yunan savaş gemilerinin uzaklaştırılmasını, Meriç'e kadar Doğu Trakya'nın da Yunan askerlerinden boşaltılarak Türkiye'ye geri verilmesini istiyordu (Edirne, Tekirdağ, Kırklareli ve Gelibolu).4 Bu konuda direneceği anlaşılıyordu. Bir yandan da iki ordusuyla ağır ağır İstanbul ve Çanakkale'yi kuşatıyor, böylece Müttefikleri barış masasına oturmaya zorluyordu.
İngiliz ve Türk askerleri bir yıldan beri Gebze ile Karadeniz arasındaki çizgide karşı karşıya oldukları için bu kesimde durum oldukça sakin sayılabilirdi.
Ama hava Çanakkale'de çok gergindi. İngilizler Boğaz kıyısında genişçe bir kesimi tarafsız bölge ilan etmişlerdi. Türklerin bu bölgeye girmesini istemiyorlardı. Bunu sağlamak için de Çanakkale'ye birlik, top, uçak ve savaş gemisi yığıyorlardı. Bildikleri tek çare savaştı.5
İngiliz askerleri tarafsız bölgenin sınırlarında, tel örgüler gerisindeki siperlerde, eller tetikte beklemekteydiler.
Türkler 2. Ordu'yu Çanakkale'ye doğru yürüttüler.
Birliklere İngilizler ateş açmadıkça çatışmaya girmemeleri emri verilmişti. Türk piyadeleri ve süvarileri patikalardan, sel yataklarından yaklaşarak, tarafsız bölgenin sınırlarında bitiveriyor, usul usul 'tarafsız bölgeyi' sarıyorlardı. Amaç savaşmadan, kan dökmeden yenmekti. Bu, demir gibi bir disiplin isterdi, bu da Türk ordusunda fazlasıyla vardı.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder