Kitabın 7. 8. ve 9. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
TOSBAĞA
"Öldün artık. Burası da cehennem, keyfine bak!" deseler, inanacağım. Yüz yıllık binalar eğilip bükülüyor. Öyle bastı sıcak. Sanki göğüs kafesimde iki boksör dövüşüyor. Birbiri ardına sert yumruklar indiriyorlar karşılıklı. İkisi de yıkılmıyor. Kıran kırana mı derler. Kalabalık ayakta. Kirli sarı bir ışık. Hava pis. Yıkılacak mıyım? Her şey çift çift. Adamın biri nargilesinin dumanını gözüme üflüyor. Az önce zaman geçsin diye bakındığım çilekli milekli tokalar şimdi yüzüme şaklıyor.
Bankanın önünde para çekmek için bekliyordum, Telefonun gıcırdadığını duydum. Avucumda sıkmışım. Ellerim bembeyaz, yüzüm kıpkırmızı. Biliyorum.
Sıra ilerlemiyor. Önümde üç kişi var. Yandaki makinede dört. Sokak dolup dolup taşıyor. Bekleme süresi uzayınca önümdeki kadın gülümsedi. Elinden tuttuğu çocuğu işaret edip, "Bununla her şey daha zor," dedi. "Sizde de var mı?" "Yok,'' dedim. "Kaç aylık oldu?" dedi onun önündeki. On dörtmüş. Cep telefonundan kendininkilerin fotoğraflarını gösterdi. On bir, yedi, beş yaşlarında. Önümdeki de çıkardı, öbür çocuğunun fotoğrafını gösterdi. Üç olmuş. Havaya bakıyorum. Dar sokakta yükselen eski binaların çizdiği şekle. Bir şeye benzetemiyorum.
Sedat, ay başında ilk taksiti yatıracağını söylemişti. Kalan beş maaşla kıdem tazminatı, bir de ihbar tazminatı. Dört taksitte anlaştık. İşler düzelince arayacaktı yine. İlanlara? Bakıyordum elbette. O da bir şey duyarsa haber verecekti. Şimdi ihtiyaç varsa, kendi hesabından bir miktar ayarlayabilirdi. Fazla bir şey çıkmazdı çünkü kızının okul taksidini ödemişti yeni. "Birinde yatırırsın işte." Kimin ay başında paraya ihtiyacı olmaz ki. Sırtından birini daha atmanın rahatlığıyla -şüphesiz öyle- artık iyi konuşuyor. Her gün yüz yüze olup maaş soracak olsam kırk dereden su getirir. Sıradan palavralarla aptal gülümsemeler devrini çoktan geçtik çünkü. Huyumuz suyumuz berrak.
Öndeki adamın kartı makineye sıkışmış, ondan bekliyormuşuz. Yandaki makinenin sırasına geçiyorum. Kadınlardan biri saç tokasını çıkarmış, makineye sokmaya yelteniyor. Öbürü, adama şubeyi aramasını söylüyor. Yeni gelenler üçe ayrıldı. Bir kısmı durumu anlayınca çekip gitti. Kimi benim bulunduğum sıraya geçti. Ama çoğu sorun çözücü gruba katıldı. Kaza görmüş sürücüler gibi izliyoruz hep birlikte. Bizim sıra acaba niye ilerlemiyor. Bu iş bitince bir filme girebilirim. Sinemanın yaza özel gösteriminde bu hafta Kaf-ka var. Ahmet, "Yok," dedi dün. Gelirse, ömür boyu gitmemiş gibi yapmak zorunda kalırmış. Bir hareket oldu. Sesler yükseldi. Baktım, nasıl olduysa, adamın kartını çıkarmayı başarmışlar. Biz daha duruyoruz. Önümdekiler sinirli, bir şeyler söyleniyor. Makine "geçici olarak" hizmet veremez olmuş.
Caddenin öbür ucundaki şubeye gitmeyi hiç istemiyorum. Parayı yatırmamış olmasını dileyerek, Sedat'ın telefonu açmasını bekliyorum. Canım sinemaya gitmek istiyor. Sessiz, rahatsız edici karanlıkta huzur bulmak, kıpırdamamak. Açmıyor, kim bilir nerelerde geziyor. Telefonunu hep masasında bırakır, ama hiç yerinde olmaz. Atölyede boş bilgisayar bulmuş, çocuklarla savaş oyunu oynuyordur. Pidelerini ofise söylemişlerdir. İki kere iki eşittir dört. Beşinci çalışta açtı. "Alo," dedi. "Alo... Alo!" Midemde kelebekler uçuştu önce. Hemen kapattım. Bir göz kırpışı kadar ancak sürdü bu. Göğüs kafesime dolan isim boğazımda düğümlendi. Midem bulandı. Telefon çalıyor. İyice sıkarsam çalmayacakmış gibi gelmişti, ama çalıyor. Soluklanacak bir gölge bulmaya çalışıyorum. Güneş, ağır silahlarıyla üstüme geliyor. Onu kışkırtıp kendimi öldürtmeye zamanım yok. "Seni kaçak, nerelerdesin? Gözlerime inanamadım adını görünce. Hat kesildi herhalde. Hayırdır?" Neden hiçbir istediğim olmuyordu? Neden telefonda onun numarasını gören ben değildim ve bu komik konuşmaya katlanmak zorunda olan neden Şebnem değil de bendim? Ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
Gözlerinin içi gülerdi konuşurken. Ben pek bir şey anlatmazdım. Yaptıklarımı anlatmaya değer bulmadım hiç. İyi bir dinleyen oldum her zaman. Şebnem tam zıddım. Aç kuşlar gibi girgin. Sürekli Oğuz'un ilgisizliğinden yakınması. Sabah "erkenden" kalkıp poğaça yapmalar. "Elleriyle" kahve getirmeler. Sedat'ın son yıllarda ikinci el otomobil alım satımıyla uğraştığını biliyorum yalnızca. Onu bir daha görmedim. Bir kez rüyamda gördüm daha doğrusu.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder