8 Kasım 2013 Cuma

Aynalar Koridorunda Aşk (Cep Boy)

Aynalar Koridorunda Aşk  (Cep Boy), Mustafa Ulusoy tarafından yazılmıştır.http://kitapgalerisi.com'da %20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Kapı Yayınları, Roman, 9786054683901, 429 Sayfa, Kasım/2013


Kitabın 7.8. ve 9. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır. 

Kırmızı'nın Rüyası

Duyulan, görülen, tadılan, dokunulan tek şey yalnızlıktı. Sadece insanların cüret edebileceği türden bir yalnızlık. Her şey soğuğun görünmez örtüsünün altında derin bir uykudaydı. Hayat, ıssızlık kuyusunun kör karanlığında asılı, öylece duruyordu. Bacalardan yükselen kar beyazı dumanlar, hayaletler gibi salınarak gökyüzüne süzülüyor, takatleri kesildiğinde soğuğun avuçlarında eriyip kayıplara karışıveriyorlardı. Ağzımdan çıkan buğu da varlığını birkaç saniye sürdürebiliyordu ancak. Hayal meyal, bir an hayatımı ağzımdan çıkan bu buğuya benzettiğimi hatırlıyorum.
Dört bir yanım rüzgârın uğultusuyla sarılmıştı. Bu uğultuyu, acıklı bir müziğin notaları gibi düşünmeye çabalasam da, kâr etmedi. Kalbime inşirah veren bir müzik değildi bu. Rüzgâr hücumunu artırınca, üstümdeki yırtık pırtık mantoya iyice sarıldım. İçime işleyen soğuğa karşı savunmasız bedenim tir tir titrerken, dişlerim de ona takırdayarak eşlik ediyordu.

Kendimden geçmiş bir halde, hasbelkader bir yön tutturmuş, ayaklarım beni nereye götürürse oraya sürükleniyordum. Sığınacak bir yer aramak nafile bir çabadan ibaretti, görünürde başımı sokacak bir ağaç kavuğu bile yoktu. Her adımda görünmez yüküm daha da artıyordu. Nihayet kendimi taşıyamayacak hale geldiğimde, bu tuhaf ve don tutmuş dünyanın ortasına yığılıverdim. Bir süre iki büklüm öylece kalakaldım. Yıllardır durmaksızın yürüyormuşçasına bitap düşmüştüm. Tek bir adım atacak halim kalmamıştı. Bir an kendimi bı-raktığım kuru toprak yumuşacık bir yatak tatlılığıyla göründü gözüme. Sanki biraz sonra annem gelip de üstümü örtecekmiş sıcaklığında bir çocukluk yatağı gibi. Olduğum yere kıvrılıp kalmak isteğiyle sıcacık oldu içim. Üşümem geçiyordu sanki; tam o sırada bunun donma belirtisi olduğunu derk edip bedenimi sarmış rehaveti alelacele silkelemeye çalıştım. Durup dinlenmek ölüme davetiyeydi. Donup kalabilirdim öylece. Tüm gücü-mü dizlerime verdim, zor bela doğrulup yeniden yürümeye koyuldum.
Donmaya yüz tutmuş bedenim pençesine düştüğü hissizliğe teslim olduğunda zihnim de daha fazla direnememiş, bu hissizliğe mağlup olmuştu. Sadece bedenimi değil, varlığımın diğer kısımlarını da hissedemiyordum artık. Sadece, alıcı kuşlar gibi zihnime üşüşen sorularla cebelleştikçe hâlâ hayatta olduğumun bilincine vardım. Ne zamandır sürdüğünü bilmediğim bu yürüyüşün, beni ne hale getirdiğiniyse, tahmin bile edemiyorum.
Zihnim hissizlik uçurumundan yuvarlandı yu-varlanacaktı ki, son bir çare olarak suretimi gözümün önüne getirmeye çalıştım. Ancak bu çaba beni o gayya kuyusuna yuvarlanmaktan kurtarabilirdi. Ağzımı, burnumu, gözlerimi, sinirlendiğimde ya da düşünceli olduğumda derinleşen alnımın ortasındaki o ince çizgiyi, bütün bu parçaları birleştirip bir yüz oluşturmaya çalıştım kendime. Yok, olmuyordu bir türlü. Netleşmiyordu görüntü. Elimdeki parçalar kifayetsiz ve belirsizdi. Tek bildiğim, yıllardır yüzümü hiç görmediğimdi. Ben kimdim? Nasıl biriydim? Burada ne işim vardı, ne demeye ha bire yürüyüp duruyordum? Zihnime birer mızrak gibi saplanan soruları, saplandıkları yerden çıkaracak cevapları bir türlü bulamadım. Yürüyüşümün bir manası, bir sebebi olmalıydı. Aniden, içimde karşı konulmaz bir kendime bakma isteği duydum. Susuzluk gibi bir yoksunlukla kavruldu içim. Bu kavrulma bile hiçbir şeye kıyasla 'bir şey'di, hiç yoktan iyiydi. Kendime bakmalıydım, belki o zaman bir cevap bulabilirdim. Bu söylemesi kolay ama yapması çok zor bir işti. Öncelikle neyle karşılaşacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Sonra gördüğüm, gerçekten de benim yüzüm mü olacaktı? Hiç görmeden varlığını hissettiğim bu yüz gerçekten benim miydi?

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder