Kitabın 20. ve 21.sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Bölüm 2
Aklı Devre dışı Bırakmak ve "Sıfır Noktası"
Düzenleyeceğim YY atölye çalışmaları, çalıştığım üniversitenin web sitesinde ilân edilip başvuru süreci başladığında, beni bir heyecan almıştı: Kaç kişi başvuracak? Kimler başvuracak? Ya hiç ilgi çekmezse? Hayatımda düzenleyeceğim bu ilk atölyeden öyle çekiniyordum ki, hiç başvuran olmamasını neredeyse arzular hale gelmiştim.
Sonunda yaklaşık 15 kişi başvurdu; ama hiç hesapta olmayan bir şekilde, bunların yarısı öğrenci, yarısı Üniversite personeliydi! Duyuruyu hazırlarken, YY atölye çalışmalarının öğrenciler için olduğunu özel olarak belirtmek, aklıma hiç gelmemişti.
Bu durum, tedirginliğimi daha da arttırdıysa da, sonunda ''eh, olabilir," diye düşündüm,"hatta daha da iyi; Öğrencilerle personeli tek bir sınıfta birleştiririm; hem kaynaşırlar, hem de farklı bir sinerji oluşabilir../'
Daha evvel ofisimde ağırladığım öğrencilerle yaptığım pilot çalışma, benim için çok göz açıcı bir deneyim olmuştu. Öğrencilerin yaratıcı yazma ile kompozisyon yazma arasındaki farkı hiç bilmedikleri ortaya çıkmıştı. Atölye çalışmalarımın, ezber bozmayı hedeflemesine karar vermiş ve ilk gün için bu doğrultuda bir egzersiz tasarlamıştım. Dolayısıyla hayatımda ilk kez ders vermenin korkusunu ve heyecanını saymazsak, bu atölyeye kendimi nispeten hazır sayıyordum.
Öğrenciler ve personel (idari personel de, akademisyen de vardı aralarında) sınıfa gelip yerleştikten ve tanışma faslından sonra, kendilerinden şöyle bir çalışma istedim:
"Farzedin ki en sevdiğiniz, yemekten en çok zevk aklığınız şey sigara izmariti!" diye başladım. Hepsi yüzüme şaşkınlıkla baktı; kulaklarına inanamamışlardı.
"lvyyy...''Yüzlerine iğrenme ve dehşet ifadesi yerleşmişti. Devam ettim; "Çalışmanın amacı, çirkin veya iğrenç bir şeyi, güzel veya lezzetli bir şeymiş gibi sunmaya çalışmak."
Anlatmaya devanı ettim: İzmaritleri yerken o tattan aldıkları hazzı, izmaritlerin o muhteşem lezzetini öyle ikna edici bir şekilde anlatacaklardı ki, sonradan, yazdıklarını yüksek sesle okuduklarında, neredeyse birer tane izmarit tadasımız gelecekti!
Hayretle yüzüme bir süre daha baktıktan sonra, sonunda büyük bir isteksizlikle yazmaya başladılar.
Çalışmanın bitiminde, yazdıklarını yüksek sesle okumaya zar zor ikna oldular.
O gün okunan metinlerden şu ilginç sonuç çıktı: Personelin hiçbiri, öğrencilerime hemen hemen hiçbiri, izmaritleri yemeye yanaşmamıştı.Yaratıcı metinler üretmekten ziyade, çoğu, gene kompozisyonumsu yazılar yazmışlardı. Örneğin "bu izmaritlere bakıyorum da, buradan ne hayatlar geçmiş, diye düşünüyorum" mealinde bol bol "felsefe" yapanlar; "izmaritler ne güzeller; kimisinin filtresi sarısı, kimisinin beyaz, kimisinde ruj lekesi" diye tarif edenler vardı.
Öğrencilerin bir kısmı izmaritlerin tadına bakmış olsa da, hemen hemen hepsi, izmaritleri tanıdıkları, sevdikleri bir tada benzeterek anlatmışlardı - "çilek gibi taptaze," "izmaritler çikolata gibi." İzmaritleri gerçekten izmarit olarak yemeye yanaşmış öğrenci yok gibiydi.
Burada, akla şu soru geliyor: Personel (yani yetişkinler), artık hayal kuramadıkları için mi yazamadılar bu yazıyı, yoksa garip kaçacağını düşünerek oto-sansür mü uyguladılar? Yani istedikleri gibi yazacak cesareti bulamamış olabilirler mi? Çok gerçekçi metinler üretirlerse "rezil" olacaklarını düşündüler belki de - hele de sınıfta öğrenciler varken! Öğrenciler de belki tek başlarına olsalar, daha "kendileri gibi" yazabilirlerdi, kim bilir?
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder