5 Aralık 2013 Perşembe

Masumiyet Müzesi

Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk tarafından yazılmıştır.http://kitapgalerisi.com'da %20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. |  Yapı Kredi Yayınları, Roman, 9789750826146, 561 Sayfa, Kasım/2013

Kitabın 154. ve 155. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

25. Bekleme Acısı

Bütün gece uyuyamadım. Füsun'u kaybetmekten korkuyordum. Aslında son haftalarda Sibel'le Satsat'ta iyice seyrek buluşuyorduk, ama bu ayrıntının hiçbir kıymeti yoktu artık. Sabaha doğru biraz uyuyakalmışım. Uyanır uyanmaz tıraş olup sokaklara çıktım ve uzun uzun yürüdüm. Dönüşte yolu uzattım ve Füsun'un sınava girdiği Teknik Üniversitelin yüz on beş yıllık Taşkışla binasının önünden geçtim. Bir zamanlar talime giden fesli, sivri bıyıklı Osmanlı askerlerinin çıktığı büyük kapının çevresinde, şimdi sınava giren çocuklarını bekleyen başörtülü anneler, sigara içen babalar sıralar halinde oturmuş bekliyorlardı. Gazete okuyan, sohbet eden, boş boş gökyüzüne bakan bu anne-babalar arasında, gözlerim Nesibe Hala'yı boşuna aradı. Taş yapının yüksek pencerelerinin arasında, altmış altı yıl önce Abdülhamit'i tahttan indiren Hareket Ordusu askerlerinin attığı kurşunların delikleri hâlâ gözüküyordu. Gözlerimi o yüksek pencerelerden birine dikerek içeride soruları cevaplayan Füsun'a yardım etmesi ve sınavdan sonra onu bana cıvıl cıvıl bir neşeyle yollaması için Allah'a yalvardım.
Ama Füsun o gün Merhamet Apartmanı'na gelmedi. Bana geçici bir öfke duyduğunu düşünüyordum. Güçlü Haziran güneşi perdelerin arasından odayı iyice ısıttığında, her zamanki buluşma vaktimizin üzerinden iki saat geçmişti. Boş yatağa bakmak acı veriyordu, gene sokaklara çıkıp yürüdüm, Pazar öğleden sonra parklarda vakit öldüren askerlere, güvercinlere yem atan çocuklu ailelerin mutluluğuna ve deniz kıyısında banklara oturup gemileri seyredenlere ve gazete okuyanlara bakarak, ertesi gün her zamanki buluşma saatimizde Füsun'un geleceğine kendimi inandırmaya çalıştım. Ama ertesi gün de, sonraki dört gün de gelmedi.
Her gün Merhamet Apartmanı'na, her zamanki buluşma vaktinde gidiyor, beklemeye başlıyordum. Oraya erken gidip beklemenin acımı daha da artırdığını anlayınca, ikiye beş ka-ladan önce gitmemeye karar verdim. Sabırsızlıktan titreyerek içeri girerdim; ilk on on beş dakikada aşk acımla umut birbirine karışır, karnımla yüreğim arasındaki ağrıyla, burnumun ve alnımın içinde hissettiğim heyecan çatışırdı. Durup durup perdelerin arasından sokağa bakar, gözüm kapının önündeki sokak lambasının paslı haline takılır, biraz odayı toplar, bir kat aşağıdaki sokaktan geçenlerin ayak seslerini dikkatle dinler, bazan bir kadın ayakkabısının ökçelerinin kararlı tıkırtısını onunkine benzetirdim. Ama ayak sesleri hiç yavaşlamadan geçer, giriş kapısını onun gibi hafif bir gürültüyle kapatan kişinin de apartmandan çıkan başka biri olduğunu acıyla anlardım.
Füsun'un artık o gün gelmeyeceğini yavaş yavaş kabul ettiğim o on on beş dakikayı nasıl geçirdiğimi, en iyi burada sergilediğim saat, kibrit çöpleri ve desteleriyle anlatabilirim. Odalarda gezinerek, pencereden bakarak, bazan da bir köşede hiç kıpırdamadan öylece dikilip içimdeki acının dalgala-nışını dinlerdim. Apartman dairesindeki saatler tıkırdarken, aklım saniyeler ve dakikalarla oynayarak acımı azaltmaya çalışırdı. Her zamanki buluşma saatimize doğru akan dakikalarda, içimde "bugün, evet, şimdi geliyor" duygusu bir bahar çiçeği gibi kendiliğinden açıverirdi. O anlarda, vaktin daha çabuk geçmesini bir an önce güzelime kavuşabilmek için isterdim. Ama o beş dakika hiç geçmezdi. Aslında kendimi kandırdığımı, vaktin geçmesini aslında hiç istemediğimi, çünkü Füsun'un belki gelmeyeceğini de bir an açıklıkla düşünürdüm. Saat tam iki olunca, kavuşma saatimiz geldi diye sevinmem mi gerekir, yoksa bundan sonra geçen her an Füsun'un gelme ihtimalini azaltıyor diye üzülmem mi gerekir çıkaramazdım. İskeleden uzaklaşan bir gemideki yolcu gibi, geçen her saniyenin beni arkada bıraktığım sevgilimden aslında uzaklaştırdığını bildiğim için, geçen dakikaların o kadar çok olmadığına kendimi inandırmaya çalışır, bu amaçla anlardan ve dakikalardan aklımda küçük desteler yapardım. Her saniyede her dakikada değil, ancak beş dakikada bir üzülmeliydim! Bu yöntemle beş tek dakikanın acısını son dakikaya kadar ertelemiş olurdum.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder