19 Haziran 2014 Perşembe

Fatih'in Rüyası

Fatih'in Rüyası, Mustafa Armağan tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Timaş Yayınları, Tarih, 9786051142227, 192 Sayfa, Haziran/2014
Kitabın 78. ve 79. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Son dinin kuşatıcılığı

İslamiyet eğer vahy edilen son din ise ve Peygamber Efendimizin (sav) bu dünyaya gönderiliş gayesi, ilk insan Hz. Adem'den beri bu dünyada "din" {ed-dîn) olarak var olan İslam'ı tamamlamak olarak görülüyorsa, o zaman tamamlayan, o halkayı kapatan şey, aynı zamanda halkanın sahibi oluyordu, halkanın parçası değil Bir başka deyişle, İslamiyeti bir form olarak düşündüğümüzde onu bir bahçenin çitine benzetebiliriz. Bahçenin içinde bir bitkiy-seniz, diğerleriyle ilişkiniz bir şekildedir, bahçenin çitiyseniz başka bir şekildedir.
Nitekim İslamiyetin amentüsünde Allah'a, kitaplarına, meleklerine ve peygamberlerine inanmak zorunludur. Diğer kutsal kitaplar olan İncil'i, Tevrat'ı, Zebur'u ve diğer peygamberleri, mesela Hıristiyanlığı kuran Hz. İsa'yı (a.s.), Museviliği (Yahudiliği) kuran Hz. Musa'yı (a.s.) reddetmemizin, peygamberliklerini inkâr etmemizin mümkün olmadığı anlamına gelir bu. Aynı zamanda onları reddettiğimizde aslında kendi inancımızdan da çıkmış oluruz.
Bu bakımdan diğer dinlerle bir çatışma, bir düşmanlık içine girmek zorunda değildir bir Müslüman; onları kendi bünyesinde eritmek değil, onlara inançlarını yaşayabilecekleri bir ortam sunmakla yükümlüdür.
İslamiyetin bu rahatlığına mukabil, başka dinlerle diyaloga girme noktasında Hıristiyanların, hele Musevilerin işi çok daha zordur. Neden zordur? Şundan: Hıristiyanlar ve Museviler bizim peygamberimizi bir "peygamber" olarak kabul ettiklerinde, kendi dinlerinin eksik olduğunu da kabul etmiş olurlar. Şayet peygamberlerinin arkasından Allah yeni bir peygamber göndermişse, bu demektir ki, tâbi oldukları vahiy, henüz tamamlanmamıştır, eksiktir, nakıstır, arkasından bir tamamlayıcı gelecektir.
Dolayısıyla bir Hıristiyanın ve Musevinin bir Müslümanla diyaloga girmesi kabulü hiç de kolay olmayan bir hadisedir. Bu durumda bir pek çok ilkelerinden taviz vermeleri gerekir.

Müslüman içinse durum tam tersidir. Onlar bizim peygamberimizi kabul ettiklerinde dinlerinin dışına çıkma riskini taşıyorlar, biz ise onların peygamberini kabul etmediğimizde dinimizin dışına çıkıyor, hatta imanımızı yitiriyoruz. Bu kadar keskin bir zıddiyet vardır arada.
İşte İslamiyetin 'son' ve 'ekmel' din olmasından kaynaklanan bu engin ve kuşatıcı tabiatı, sosyal hayatta da benzer neticelere yol vermiştir. Bir bölgede eğer İslamiyet egemense orada yaşayan farklı din mensuplarının varlığı, Müslümanların ve hükümdarın üzerine keyfî değil, hukukî bir yükümlülük getirmektedir. Onların hukukunun Müslümanların üzerine "zimmetlendiği" gerçeğinden dolayıdır ki, İslam hukukunda, İslam toplumlarında yaşayan Müslüman olmayanlara zimmi adı verilmiştir. Neden? Hakları Müslümanların üzerine "zimmet"lenmiştir de ondan.
Dolayısıyla bugün "Osmanlı'da hoşgörü" diye sık sık tekrarladığımız olgu, zaten hukukî olarak İslam'ın Müslüman yönetici ve birey üzerine yüklediği dinî bir yükümlülükten başka bir şey değildir. Yani bir Müslüman başka türlü yapamazdı. Bu özel bir müsaade, bir izin, bir ruhsat değil, diğer inançların yaşamasını teminat altına alma yönündeki dinin bir buyruğunun yerine getirilmesidir.

Osmanlı'nın farkı

İşte bir kaç sayfa ileride orijinal belgesini sunduğumuz ve halen Bosna-Hersek'te bir manastırda saklanan, Fonitsa'daki Fransisken rahiplerine verilen dinî özgürlük beratı (ferman) ile yine Fatih'in fetihten sonra İstanbul sur dışındaki Galata kasabasında yaşayan Latin Cenevizlilere verdiği "ahidname", Müslümanların sahip olduğu bu kuşatıcı düşünce sisteminin Avrupa'daki örneklerine kıyasla oldukça erken sayılan örneklerinden sadece bir kaçıdır.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder