9 Ağustos 2014 Cumartesi

Çok Kısa Bişi Anlatıcam

Çok Kısa Bişi Anlatıcam, Alper Atalan tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. |   İletişim Yayınları, Roman, 9789750515781, 150 Sayfa, Ağustos/2014
Kitabın 7. ve 8. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Eski Bir Tren Geçerdi Eskiden
...Şimdi rayları sökük, sessizliği paslı. Yalın kulvar toprak, yara yara sahilden.Sirkeci Sirkeci’de soluk soluğa yetişildi o son vagona hep. Turnikede takılan pardösüler, son bozuk parayla alınan dergiler, yere saçılan jetonlar ve hepsine tehir bir koşuşturmayla. Dünyanın en ağır seferi gibi tık tık; tık tık, dünyanın en
eski trenleri arasından usul usul geçerek sıyrıldı eve dönüşler. Sıcaksa; aralandı kimsesizlerce sürgülü kapı, soğuksa; temizlendi avuç içlerince camdaki buğu. Gündüzleri; kaçan bakışlarda oturanların ayakkabıları sayıldı, yırtık pırtık olanların utancıyla koltuğun altına kaçan bağcıklardan imtina. Geceleri, sayfaları bölüşüldü son baskıların ve spor gazeteleri hacılandı yarınki altılıya çatısı sağlam ganyancıların. Hiç acelesi olmadı ağır trenin, binenlere inat. Banliyö treniy
di adı, kimse banliyö de demedi. Yakıştıramadı zaten. Okul çağında çocuğu olan ve eve sarhoş dönen Abi’ler daha Sirkeci’den çıkmadan son dublenin pişmanlığında otuz beş bin parçası beş liraya kırtasiye seti aldılar her defasında. Cetveli naylon, silgisi at pisliği, sıfır beş ucu kırık. Beş liraya ama.
Abla’lar da aldı. Fiyonk şeklinde patates soyan tel maşalar, kabuğuna kadar limon sıkacaklar, kıl kıl yumurta kesecekler, hap yapıp parayı kapacaklar. Bütün evladiyelik umutlar beş liraya alındı her fırsata ganimet. Bir de fındık alanlar oldu. Paket fındık. 12,5 kuruşa filan. Sırf satan kimsesizleri sahiplenmek üzere girişildi bu alışverişlere. Yenmese de olur, cebe tıkıştırılan fındık. Bir liranın altına harçlık niyetine, üstü zaten yok. Sirkeci’den hiç çıkamadı o tren. Bizzat kendisi bir dekovile binmiş gibi bölük pörçük surların izinden.

Samatya
Ne büfenin sosisi, ne de istasyondaki perçinlerin pas kokusu hiçbiri bastıramadı rakıyla piyazın kokusunu. Belki palamut, belki mevsimine göre levreğin ızgara dumanı. Samatya çünkü burası. Samatya; kafası en güzellerin, yüzleri en gülenlerin, bakışları en kırmızıların sarsaklığıyla özür dileyerek bindiği yer trene her daim. Kimi derdinden, kimi aşkından, kimi hevesinden alkolle ateş ateş, yaz kış “Şu camı biraz aralayabilir miyiz?” ricasında, çatısını gördüğümüz viran bir
evin üstündeki yırtık topa ve yanındaki kafası kopuk oyuncak bebeğe bile daha bakamadan. Samatya bir başka esti trene hep, rüzgârında anason belki biraz da piyazın fasulye kurusu. Viran sanılan evlerin temeli yığma onur, taş gibi malik, çivi gibi müstakil. Sardunya; tek çiçek pervazlarda. Kırmızı da oldu, pembe de, mor da. Ama beyaz oldu illa, sakız gibi çamaşırlar balkonda. Bembeyaz, dalgalana dalgalana yarış bayrağı mahiyetinde kadim dostu eski trenin ayrılışına... Samatya; koca koca Samatya. Keşke herkesin o dar sokak aralarında bir yaş çocukluğu olsa.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder