30 Ağustos 2014 Cumartesi

Ortaçağ Katedraller, Şövalyeler, Şehirler

Ortaçağ Katedraller, Şövalyeler, Şehirler, Umberto Eco tarafından yazılmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 30 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. |  Alfa Yayınları, Tarih, 9786051069111, 893 Sayfa, Ağustos/2014
Kitabın 378. ve 379. sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Su Değirmeninin Yayılması
Mekanik teknoloji açısından ortaçağda, antikçağın kaldıraç, takoz, vida ırgat ve makara şeklindeki beş temel unsura dayalı sınıflandırmasında değişiklik yapılmamış, daha sonra bunlara eğimli yüzey katılmıştır; Hel-lenistik dönemde, çalışma şekli kaldıraç prensibi ve çember teorisini esas alan bütün makineler bu cihazlar arasındaki farklı bileşimlere dayandırılır. Ortaçağda Batıdaki asıl değişim, insan tarafından çalıştırılan makineler ile başka enerji kaynaklarıyla çalıştırılan makineler arasındaki ayrımın daha etkin hale gelmesinde görülebilir. Hellenistik teknolojinin temel mekanizmalarını zeki bir şekilde birbirine entegre eden ortaçağ zanaatkarları, atölyelerin giderek mekanikleşmesiyle sonuçlanacak olan süreci başlatırlar. Su değirmeni, bu devrimin simgesidir. Antikçağda da bilinen bu mekanizmadan, Selanikli Antipater (MÖ I, yüzyıl-MS I. yüzyıl), kadınları ağır öğütme işinden kurtardığı için suyun gücünü överken söz eder. Burada söz konusu olan, muhtemelen Strabon'un (MÖ y. 63-MS 21'den sonra) Pontus'ta, Kaberia'da bulunan Mithridates'in (MÖ II-I. yüzyıl) sarayında görüp tasvir ettiğine benzeyen türden, dikey tekerlekli bir değirmedir. Bundan daha önceki modelde değirmen, küçük bir derenin üzerine inşa edilen ahşap bir yapıydı ve su gücüyle dönen yatay tekerlek değirmen taşını harekete geçirirdi. Vitruvius'un (I. yüzyıl) De architectura'nm [Mimarlık Üzerine] onuncu kitabında tasvir ettiği değirmende ise tekerlek dikeydi ve bir öncekiyle karşılaştırıldığında, onu işleten bir mekanizmaya sahipti: Dış tekerlek, değirmenin içine, daha doğrusu altına giren yatay bir kalasa bağlıdır. Tahrik mili niteliğindeki bu kalasın bağlı olduğu dişli tekerlek, kazıklarla birbirine bağlı iki ahşap diskten oluşan bir fener dişlisine bağlıdır. Dişli tekerlek/fener dişlisi ikilisi, tekerleğin dikey düzleminin dönme hareketini değirmen taşının yatay düzlemine aktarırken hızın kat kat artmasına da izin verir. İnşa edilmesi görünürde daha zor olan dikey tekerlekli değirmenin avantajı, suyun itici gücünün hem yukarıdan, hem ortadan hem de aşağıdan etkili olabilmesidir. Düz, kavisli veya eğimli olabilen kanatların sayısı da, boyutu da değişebilir, tekerleğin de boyutu değişebilir. Bu türden en önemli yapı, Arles yakınlarındaki Barbegal'da bulunur ve geç antikçağa aittir. Bir suyolu aracılığıyla bu değirmene ulaşan su, iki kanala ayrılıp sekizer tekerlekten oluşan iki paralel sırayı besliyordu. Kot farkı 18 metreden fazlaydı, eğim de 30 derecelikti. Her mola, saatte 150 ila 200 kilo buğday öğütüyordu. Her ne kadar bunlar endüstriyel ölçekte kabul edilse de, aynı dönemde hayvan lar veya köleler tarafından çalıştırılan sayısız değirmenin de var ol unutulmamalıdır.
Bu makine erken ortaçağda kullanılmaya devam edilir. Roma'da, Gianicolo'da, Traianus'un (53-117,  > 98) yaptırdığı suyoluyla gelen suyun çalıştırdığı değirmenler vardı. Belisarius (y. 500-565) Ostrogot-lar tarafından kuşatıldığı zaman hâlâ kullanımda olan bu değirmenler Ostrogotlar tarafından kullanım dışı bırakılır; tarihi kayıtlara göre Belisarius'un teknisyenleri Tiber Nehri'nin kıyısına dişliler ve değirmen taşları taşıyıp iki tekneyi yan yana bağlarlar, ortasına da tekerleği koyarlar, böylece Avrupa'nın irili ufaklı çeşitli nehirlerinde yüzyıllar boyu uygulanacak olan yüzen değirmenleri yaratmış olurlar. Hızla yayılan su değirmenleri ortaçağ peyzajının tipik görüntülerinden biri haline gelir. XIII. yüzyılda Rouen'de iki yüzden fazla değirmen vardır ve I. William (y. 1027-1087, > 1066) zamanında hazırlanmış bir tür sayım kitabı olan Domesday Book'a [Kıyamet Günü Kitabı] göre 1086 yılında İngiltere'de, çoğu Trent ve Severn nehirleri boyunca olmak üzere 5624 değirmen yer alır.
Her ne kadar XIII. yüzyıla aitse de, Aziz Bernard'ın (1090-1153) Clair-vaux Manastırında suyun nasıl kullanıldığını anlattığı belge (Descriptio Monasterii Clarae vallis [Clairvaux Manastırının Tasviri], Migne, Patrologia Latina, CLXXXV, coll. 570-571), çalışma alanında ulaşılan mekanikleşme düzeyine de ışık tutar: Nehirden alınan suyla tarlalar ve fidanlıklar sulanırdı; manastırın atölyelerin bulunduğu kısmına doğru çevrilen su da değirmenin tekerleğini harekete geçirip bira yapımında kullanılan makineleri, kumaş dinkleme atölyelerini, tabakhaneleri ve diğer atölyeleri çalıştırırdı, manastırdan dışarı dökülürken de çeşitli işlemlerden artakalanları alıp götürürdü.
Teknik alanda yapılan bazı değişikliklerle değirmenin dairesel hareketi alternatif hareketlere dönüştürülür; böylece suyun enerjisi sadece tahılların öğütülmesinde değil, kumaş dinkleme, bira yapımı, meşe kabuğunun toz haline getirilmesi, demirin şekillendirilmesi ve kâğıt yapımı gibi işlemlerde de kullanılmaya başlanır. Teknik açıdan bakılınca en temel nokta kam milidir, yani örneğin demircilikte çekicin yükseltilip örsün üzerine düşürülmesini ve başlangıçta dairesel olan bir hareketin alternatif bir harekete dönüştürülmesini sağlayan mekanizmadır. Kam mili muhtemelen geç antikçağdan beri biliniyordu, çünkü Ausonius'un (y. 310-393'ten sonra) bir şiirde tasvir ettiği, Mosel Nehri'nin akıntısıyla işleyen bir mermer kesimhanesinde bir kam mili vardır. Ancak kam milinin yaygın hale gelmesi ve daha önceleri insanların kollarıyla gerçekleştirdiği bir dizi faaliyetin mekanikleştirilmesi asıl ortaçağda yaşanır.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder