14 Ağustos 2014 Perşembe

Süfeha

Süfeha, Nalan Şahin tarafından hazırlanmıştır. http://kitapgalerisi.com'da % 20 İndirim ve aynı gün kargoya teslim avantajıyla alabilirsiniz. | Meserret Yayınları, Roman, 9786054925315, 454 Sayfa, Ağustos/2014
Kitabın 198. ve 199.sayfalarından  tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.

Elvan, Yavuz'un yanında işe başlayalı birkaç gün olmuştu. Üzerinden geçen günlere, bugünler içerisinde kat edilen mesafelere ve dünyada ne çok insan olduğuna ilişkin hisleriyle beraber, tıpkı bir kör gibi, tıpkı kör bir insanın karşıdan karşıya geçerken korkudan kırpışan yüreği gibi o da evden çıkarken korkuyor, ayaklan birbirine dolanıyordu. Yeni doğmuş ve annesinin kucağına kundakla verilmiş bir bebekten farkı yoktu. Kundaklı bir kadındı. Kollarını kundağından çıkarmaya çalışan, kundaktan kurtulan elleri ile kundağın geriye kalanını aşağıya doğru sıyıran bir bebek, bir kadın gibiydi. Emeklemeyi, tutunarak yürümeyi, yürümeye başlamadan önce yerinde saydırmayı, yerinde saydırırken arkasından ona destek olan güvenilir bir ses duymayı ve sonunda dünyanın çekirdeği ile barışarak ayaklanıp, yürümeyi çok özlemişti. Ofise inen yokuşu karışlarken, karış kadar küçük adımlarıyla yürüyor ve taş duvarın şekilsiz taşları arasından fışkıran uzun otlara sıkıca tutunarak, her adımı bir öncekinden daha sağlam bir şekilde yere basmayı öğreniyordu.
İlk günler, işe gelip giderken biraz sıkıntı yaşadı. Erken saatlerde yola düşerken, ayaklarının taş kaldırımlarda, asfaltta, otobüse binerken ve inerken çıkardığı her sesi keyifle dinliyor; kafasının içindeki sesler arttıkça, hatıralarının tamamını seslendiren Fuat'ın sesi yavaş yavaş kayboluyordu. Sonunda kurtulmuştu ondan. Hem hayatının üzerine gerdiği karanlık çadırdan, hem de dipsiz kuyunun boşluğunda yuvarlanmaktan azat edilmiş ve Fuat'ın elindeki kalemi çekip almıştı. Artık, karanlık mürekkeplerin yazdığı bir alın yazısı olmayacaktı. Sesler çoğalacak, ümitler birbiri ardına dizilmiş vagonlar ile Elvan'ı sadece geleceğe taşıyacaktı. Çayı demlemiş, masaya kahvaltılıkları koymuş ve o gün kendisini ziyarete gelecek olan Zehra için yaptığı üzümlü keki fırından çıkarmışken, elinde büyük ve sarı bir zarf tutan Selma ofisin kapısını çaldı. Elvan işe başlayalı herkes kapıyı açmaktan ve çantada anahtar aramaktan kurtulmuş, sallama çay ve soğuk poğaçaların damaklarında bıraktığı ekşi tadı unutur olmuştu. Sadece Sırma soğuktu ofisteki kahvaltılara. Böyle ortamların kişiler arasındaki mesafeyi kaldırdığını düşündüğünden rahatsız oluyor, kahvaltı esnasında yapılan sohbetlere dahil olmamak için gelir gelmez kendisini işlere boğuyordu. Ancak, o sabah Sırma da mutfağa girmek zorunda kaldı.
Mutfaktaki küçük masanın etrafında toplanmış olanların hepsi, Selma'nın elinde duran zarfın içinde ne olduğunu öğrenmek için merakla bekliyordu. Mutluluk ve mutsuzluk arası bir ifadeyle zarfa bakan Selma'nın yüzü, zarfın içinde önemli bir haber olduğunu anlatıyordu. Bu haber nedeni ile sabaha kadar uyuyamamış olan Selma'nın gözünün altında torbalar oluşmuş, torbaları netleştiren manâlı halkalar bakanların merakını arttırıyordu. Arkadaşının yanında oturmuş olan Zehra, "Hadi ama, meraktan öldürecek misin bizi?" dedi. Herkes, "Evet, evet..." diyerek Zehra'yı destekliyordu. Konuşmalara fazla karışmak istemeyen ve masaların tozunu alan Elvan dahi Selma'nın söyleyeceklerini kaçırmamak için can kulağı ile mutfağı dinliyordu. Selma'yı çok sevmişti. Kendisine sevgiyle bakan bu kadın, sevginin verdiği mutluluk ve sükûnet duygusuna uzak kalmamak için birkaç gün içinde Elvan'ın ofise koşarak gelmesinin öncelikli nedeni olmuştu. Zarfı önceden yırtmış olan Selma, içinden beyaz bir kağıt çıkardı. Sayfanın sonunda, neredeyse sayfanın yarısını kaplayacak kadar büyük ve azametli bir imza duruyor sanki, atanın gücünü kanıtlamak istiyordu.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder