6 Haziran 2013 Perşembe

Kerem Eksen Röportajı

# Kerem Eksen Röportajı #

Kerem Eksen... Bu ismi bir kenara not edin mutlaka, adını önümüzdeki günlerde daha çok duyacaksınız. Kerem Eksen, 1976 doğumlu ve İTÜ'de Felsefe dersleri veriyor. Kendisi aynı zamanda bir çevirmen ve ilk romanı "Buradayız" Haziran 2013 tarihinde Alef Yayınevi tarafından yayımlandı.


1) "Buradayız" adlı romanınız Alef Yayınevi etiketiyle yayımlandı. 1976 doğumlusunuz ve bildiğimiz kadarıyla da bu ilk romanınız. Neden bu kadar beklediniz?

Tabii okur açısından “beklemek” gibi görünen şey bu taraftan pek öyle görünmüyor. Bu zamana kadar yayımlamaya cesaret edebileceğim bir şeylerin ortaya çıkması için hazırlık yapmış oldum aslında. Tabii bu arada bu sürenin önemli bir kısmında edebiyattan ziyade tiyatroyla iştigal etmiş olduğumu belirteyim; hatta ilk ciddi metin yazma girişimlerimi de tiyatroda, Seyyar Sahne’deki arkadaşlarla birlikte yaşadım. Bir yandan da felsefe eğitimi, sonrasında tez yazımı, bütün bunlar olayların yavaş gelişmesine yol açtı. Sanırım bir açıdan hayırlı da oldu bu durum.

Aslında birçok insan gibi ben de üniversitede başladım yazma-çizme işlerine. Neyse ki o zaman etrafımda duygusal davranıp “Bu çok iyi, bunu hemen yayınlat” diyen insan pek olmadı. Ben de edepli davrandım ve acele etmedim. Sanırım böylelikle bazı tercihlerin netleşmesi için kendime zaman tanımış oldum, zaman içinde sevdiğim ve sevmediğim yazarları, yazma biçimlerini, üslup yaklaşımlarını ayırt etmeye başladım. O zaman artık okurun karşısına çıkıp “benim yaptığım iş de budur” diyebilecek bir kıvama geliyor insan. Beklemek dediniz, bu kıvama gelmeyi beklediğim söylenebilir belki.

2) "Buradayız" romanı, roman yazmak isteyen bir editörün hikâyesi. Gerçekle kurgu ne kadar birbirinin içine girdi? Otobiyografik öğeler var mı romanınızda?

Ufak tefek öğeler var, ama bunların ne olduğu romanın yaratacağı etki açısından çok da mühim değil herhalde. Fakat madem sordunuz, en azından şu kadarını söyleyeyim: Çevirmen olarak biraz yayın işine bulaştım, fakat hiçbir zaman düzenli editörlük yapmadım.


3) Son dönem Türkçe edebiyatta kendi sesini bulabilen, harikulâde metinler kaleme alabilen yazarlar çıktı. (Bence) Sizce "Buradayız", birbirinden yetenekli Türk yazarların çıktığı bu dönemde nasıl bir fark yaratabilecek?

Tabii ki birçok yazar gibi ben de belli net tercihlerin peşinden gittim, dolayısıyla da başka romanlara göre birtakım farklar yaratabileceğim iddiasıyla yazdım. Ama gene de bu soruya benim cevap vermem ne kadar uygun olur bilemiyorum. Bir fark varsa bunu okurun söylemesini isterim.

4) İTÜ'de Felsefe dersleri veriyorsunuz; felsefi bilginiz romana da girmiş. Buna bilerek mi izin verdiniz yoksa kaleminiz kendiliğinden mi hareket etti?

Kalemim kendiliğinden hareket ediyor bazen, ama araya felsefe karıştırabilecek kadar da bağımsızlığını ilan etmiyor açıkçası. Bu nedenle, birçok şey gibi buna da bilerek izin verdiğimi söyleyebilirim. Gene de felsefenin bu romana çok fazla sirayet ettiğini düşünmüyorum (zaten sizin de böyle bir kastınız yok anladığım kadarıyla), daha çok noktasal buluşmalardan söz edebiliriz.

Aslında felsefeyle edebiyat arasındaki ilişki biraz netameli ve gerilimli bir ilişki. İlk bakışta felsefe -özellikle de bir meslek olarak sürdürülen felsefe faaliyeti- edebiyatçılık için çok faydalı olabilir gibi görünüyor. Fakat ben bunu genellikle bir gerilim gibi yaşadım, hâlâ da öyle yaşıyorum. Bunun anlamı romanda felsefeye yer olmadığı değil elbet. Fakat bunun nasıl bir yer olduğu önemli bir soru. Edebiyat kendiliğinden felsefeye yer açmıyor bence. Bu ikisi arasında doğal ve kendiliğinden gelişen bir ilişki olduğunu düşünmek kötü edebiyata ve kötü felsefeye yol açabilir. Kısacası bu konuda biraz tedirginim.

                    

5) Başkarakterimiz Selim'in hayatla kavgalı olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Ancak bu kavga salt roman yazabilmek üzerine kuruluymuş ve diğer hiçbir şeyle ilgilenmek istemiyormuş izlenimi uyandırdı bende. Roman yazmak isteyen insanlarda bu "hayata katlanamamazlık" hali normal midir?

Evet, durup durup “artık çalışmam lazım, romanımı yazmam lazım” diye düşünüyor Selim. Aslında bu durum Selim’in hayatla kurduğu ilişkiden çok romancılıkla kurduğu ilişkiyle alakalı. Roman yazmaya başlayacağı, bir “romancı”ya dönüşeceği, kendi deyişiyle “roman ruhu”nu soluyabileceği pürüzsüz ve güzel zamanların arayışında Selim. Telaşı biraz bundan.

Romancılığı kurtarıcı ve neredeyse mistik bir uğraş gibi görmesinden. Aslında bu durum, yani romana ya da genel anlamıyla sanata atfedilen bu sağaltıcılık ve kurtarıcılık misyonu Selim’e özgü değil. Açıkçası ben de zaman zaman kapılıveriyorum buna, neticede yazmanın sağaltıcı bir etkisi olduğu gerçekten de söylenebilir. Ama fazla abartmamak gerek, aksi takdirde sürdürdüğünüz faaliyetle, o faaliyetin ürünüyle ve nihayetinde kendinizle fazlaca büyülenebilirsiniz. Selim’de de yer yer bu risk var.

6) Romanda birçok usta yazarın adı geçiyor; ancak Dostoyevski ve Orhan Pamuk biraz daha öne çıkıyor. Sizin de en çok severek okuduğunuz yazarlar olarak kabul edebilir miyiz bu kalemleri?

Tabii ikisi de farklı açılardan kıymetli yazarlar benim için. Ancak ön planda olmaları favori yazarlarım olmalarıyla ilgili değil, daha ziyade temsil gücüne sahip kuvvetli yazar figürleri olmalarıyla ilgili. Dostoyevski’yle Orhan Pamuk’un benzerliği, yazarlık faaliyetini sürdürme biçimleriyle ilgili canlı imgelere sahip olmamız. Dostoyevski’nin hastalıkları ya da kumar düşkünlüğü, Orhan Pamuk’un çalışma disiplini vb... Dolayısıyla bu iki yazar her şeyden önce birer karakter olarak bulunuyorlar romanda. Tabii dolaylı olarak.

7) Sizi yazmak için tetikleyen güç nedir, o gücü nasıl tanımlarsınız?

Her ne kadar meslekten felsefeci olsam da, genel olarak kafası karışık ve mütereddit bir insanım, özellikle de bir başıma kaldığımda. Yazmak kafamdan geçenleri derleyip topladığım ya da billurlaştırdığım bir faaliyet gibi. Ya da şöyle diyelim: Kafanızda fikirler öylece dönüp dururken siz onlara bir biçim kazandırmaya çalışıyorsunuz; şu değil de bu kelimeyi kullanmayı, şu değil de bu olayı anlatmayı seçiyorsunuz. İşte bu tercih anı benim için çok ferahlatıcı bir şey ve buna gerçekten ihtiyaç duyduğumu söyleyebilirim. Peki neden edebiyat derseniz, o zaman iş biraz daha karışıyor.

Edebiyat söz konusu olduğunda bu tercih artık daha ince, daha sezgisel, daha açıklanamaz bir hal alıyor. “Üslup” dediğimiz şey de buralardan doğuyor zaten - tabii eğer doğabilirse. İşte bu hal, yani kısmen gizemli kalmaya mahkum bir dizi tercihte bulunma hali benim için edebiyatı çok cazip kılıyor.

8) Yazdığınız romandan hareketle edebiyata çok düşkün birisi olduğunuzu anlıyorum. Bir de dünyayla birlikte ülkemizde de çok fazla Chick Lit olarak adlandırılan piliç edebiyatı kitapları basılıyor. Bu "çoksatan" kitaplara yaklaşımınız nedir?

Açıkçası üzerinde çok fazla düşündüğüm bir konu değil “çoksatanlar” meselesi. Çoksatan kategorisi kendi başına bir şeylerin sebebi değil semptomu olarak görülebilir ancak. Bu anlamda popüler edebiyatın hakimiyeti vahim bulduğum bir şey değil, hatta bence iyi edebiyatın önünde bir engel de değil.

9) Nasıl bir ortamda çalışıyorsunuz? Olmazsa olmaz materyalleriniz var mıdır? Uğurlu kalem vs.?

Zamanında kalemle yazmak için çok uğraştım -belki de Orhan Pamuk’a özenmişimdir- ama olmadı. Bilgisayarsız olmuyor.

Klavyede daha iyi ritim tutturuyorum, yeri geldiğinde hızlanıyorum örneğin, ama kalem yavaş kalabiliyor. Sessiz olan ve belli bir düzen kurabileceğim her yerde çalışabilirim. “Buradayız”ın önemli bir kısmı da kütüphanelerde yazıldı zaten. Fakat sabah saatlerinde çalışmak benim için çok mühim. Sabah masanın başına oturamazsam tren kaçmış oluyor.

10) Kendi adıma diyebilirim ki "Buradayız" çok ama çok güzel bir roman. Umarım okuru da bol olur. Sizin hakkınızda ve kitabınız hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlara bir paragraflık bir mektup yazsanız, kendinizi ve romanınızı nasıl anlatırsınız? Bunu yazar mısınız?

Teşekkür ederim. Böyle bir mektubu yazmanın kolay olmadığını fark ediyorum şu anda. Zira böyle bir durumda “genel olarak okur”a hitap etmek gerekiyor. Oysa ben “genel olarak okur”un ne olduğunu kafamda pek canlandıramıyorum, hatta bu fikir biraz da tuhaf geliyor bana. O nedenle yazarken aklımda daha somut okurlar oluyor, çoğu zaman da tanıdığım insanlar... Tanımadıklarıma ve beni tanımayanlara tek diyebileceğim şu: Ne düşüneceğinizi çok merak ediyorum.

Röportaj için çok teşekkür ediyorum, umarım bir sonraki kitap için çok beklemeyiz. Sevgiler...

Ben teşekkür ederim.

--- KitapGalerisi adına Tuna Bahar --- 

Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.

kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder