# Salâh Birsel - Nezleli Karga | Kitaptan okuma parçası #
“Hangi yazar, hangi kitabın sakalına maşallah oturttu, hangi kitaba fil tufanı denilen tufanla tetik düşürttü? Benim merakım da budur.” Türk edebiyatının özgün ismi Salâh Birsel, bir yılını yansıttığı günlük tadındaki denemelerinde yine daldan dala atlıyor, şiirlerin ve şairlerin, kitapların ve yazarların arasında dolanırken bazen kafasını kitaplığın rafına vuruyor, bazen kitap elde uyuyakalıyor.


3 Ocak 1990
Dekorasyon dergisine (Ocak 1990) oğlum Salâh Birsel'in kendi çalışma odalarını (can kuşu daha kafeste çırpınırken) anlatmasıdır:
İlk kitaplığım aşk ve korsan kitaplarından oluşur. 15 yaşıma değin sürdü bu sultanlık. Aptullah Ziya Kozanoğlu'nun Türk Korsanları, Reşat Nuri'nin Çalı Kuşu, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi adlı romanları başı çekerdi. Bir kıyıda Güzide Sabri'nin Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi, Peyami Safa'nın Zıpçıktılar, Orhan Seyfi Orhon'un Aşkım Günahımdır kitapları da sessiz sessiz otururlardı. Şimdiler, Orhan Seyfi ile Peyami'nin bu kitaplarının adlarını ansiklopedilerde bile bulamazsınız.
Nedir, beni kendime getiren ilk kitaplar Sait Faik'in Semaver, Sabahattin Ali'nin de Değirmen'i olmuştur. Artık lisedeydim. Şiir kitapları olarak da Necip Fazıl'ın Ben ve Ötesi'ne, Nâzım Hikmet'in de Benerci Kendini Niçin Öldürür ve Sımavnalı Şeyh Bedrettin'ine yanaşmıştım. Nâzım'ın Gece Gelen Telgraf'ı da vardır. Ama bu basılı değildi, daktilo ile çoğaltılmıştı. Haa bir de Cahit Sıtkı'nın Ömrümde Sükût kitabını okumuştum. Zaten şiir kitabı olarak ortalarda pek bir şeyler yoktu.
Bütün bunları camlı bir dolap bağrında barındırırdı. 1940'larda İstanbul'a göç edince aşk ve korsan kitaplarından kurtuldum. Ama kitaplığım da elden gitti. Bu kez kitaplığım 30X45 boyutunda bir sandıktan başka bir şey değildi. Yazarlarım da değişmişti. Artık edebiyatı Fransızca'dan izliyordum, ilk okuduğum roman Andre Maurois'nın Ruh Tartıcısı'dır. Tatsız bir şeydi. Maurois, insanın bedeninden, ölümünden sonra, bilye gibi yuvarlak bir ışığın ayrıldığını, bunun da insanın ruhu olduğunu ileri sürüyordu. Kitabı hiç sevmediğim halde sonuna dek okudum. Ben elli yaşlarıma gelinceye kadar başladığım bir kitabı, kötü de olsa, bitirmeden elimden bırakmazdım. Sonraları bu alıklığımdan vazgeçtim. Çünkü siz mıymırık bir kitabın üstünde oyalanırken, öte yanda sizi bekleyen binlerce şahyapıt vardı.
Maurois'dan sonra Dostoyevski'nin Karamazof Kardeşler'ine, Amerikan yazarı Sinclair Lewis'in Babbitt'ine yöneldim. Bu ikincisi beni pek sardı. Bir salon sosyalistinin öyküsüydü bu. Derken Panait İstrati'ye tutuldum. 1943 yılında da onun Baragan'ın Devedikenleri'ni Türkçeye çevirerek yayınladım. Sandıkların sayısı da ikiye yükselmişti. Andre Breton, Apollinaire, Jules Supervielle, Paul Eluard, Alfred Jarry ve Max Jacob bir selam çakıyor ve hop sandıktan içeri. Max Jacob'un Genç Bir Şaire Öğütler'ini de 1955 yıllarında çevirdim. 1960'da yayınlandı. Baudelaire ile Mallarme'ye ise sonraları el attım. Maiakovski, Lorca, Rilke, Neruda onlardan çok önce sandıktaki yerlerini aldı.
50'li yıllarda sandık-kitaplıklarım bir de sinema kitaplarıyla tanıştı. İki-üç sinema dergisine abone de olmuştum. (L'Avant-Scene du Cinema, Filmoloji). 60'lı yıllarda sinema kitaplarının yanına tiyatro kitapları da sokuldu. O yıllarda bir sürü oyun da çevirdim (Jean Genet, Audiberti, Marcel Ayme, Marguerite Duras vb.). aralıkta resim kitapları da ağır basmaya başlamıştı.
Kitaplarımı sandıklardan ancak otuz yaşımda, 1950 yılında kurtarabilmiştim. Üçer raftan oluşan üç etajer yaptırmıştım. Ama yine sandıklar gündemdeydi. 1960 yılında Ankara'ya göç ettiğimde onları da oraya taşıdım. Birkaç yıl sonra ise sekizer raflı, 1.10 genişliğinde altı kitaplığın lafle estibaşısıydım.
1977'de İstanbul'a dönünce yeni raflar yaptırmak zorunda kaldım. Çünkü kitaplar ha bire çoğalıyordu. Günlüklerden sonra tarih kitapları da bir yere sığmaz olmuştu. Derken holden yatak odasının kapısına değin uzanan koridorun sol duvarını da raflarla kapattım.
Şimdiler evin üç odasından ikisi kitaplarımla dudak dudağa. Asıl çalışma odam, kapısı koridordaki kitaplığın karşısına gelen odadır. Yazı masam da orada. Yazıdan yorgun düşünce salonun yanındaki ikinci odaya geçerim. Orda hem dinlenir hem çalışırım. Bunun için gezici, ufarak bir masam da vardır. Yazı makinemi de kimi zaman onun üstüne yerleştiririm. Kimi zaman da bu zittirik masayı salona taşır, ordaki bir koltukta da dinlenmeli çalışmayı sürdürürüm. Yazmıyorsam, okuyorum demektir.
Salonda da kimi dergi koleksiyonlarını taşıyan bir etajer vardır. Ayrıca balkonda ve yatak odasında duvara çakılmış raflar. Yatak odasındakilere kimi zaman başımı vurduğum da olur. Eskiden kitaplarımı ben gözler, onlara çoğalması için büyük bir özen gösterirdim. Şimdiler kitaplarım benim üzerime titriyor. Gözetleme işini de onlar aldı üstüne. Gün 24 saat gözlerini benden ayırmıyorlar. Ama ben de biliyorum ki onların efendisi artık ben değilim. Onlar benim efendim.
---
Salah Birsel - Nezleli Karga | Sel Yayıncılık, Edebiyat / Deneme, 112 sayfa, Haziran 2013.
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder