Kitabın 29. ve 30. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
1. BÖLÜM
Üç yıl önce bir haftalığına İstanbul'a geldikten sonra Yunanistan'a döndüğümde bir İstanbul âşığına dönüştüğümü an-lamam için üç ay yetti. İstanbul aklımdan Çıkmadı. Bir metropole, bir şehre değil, bir kadına âşık olmuş gibi İstanbul'u düşündüm. 15 yaşına kadar yaşadığım bu şehir beni yeniden geri çağırıyordu.
Bir sabah "İstanbul'da geçen bir roman yazmam gerek" diyerek uyandım. Eşyalarımı toplamam yalnız yaşayan bir manik depresif yazara yakışır şekilde bir iki gün sürdü. Sonra ver elini İstanbul.
Bu satırları yazarken bir şey deniyorum. Birçok şey deniyorum. İlk kez, başlamadan, bitirmeden yazıyorum. Yaşadıktan sonra değil, yaşamadan önce yazıyorum. Defalarca başladığım günlük denemelerim başarısız oldu. Şimdi seninle yazmak istiyorum. Sen kimsin? Bilmiyorum. Kim olduğunla ilgilenmiyorum açıkçası. Bir şekilde yollarımız kesişti ve sen okumaya başladın. Bildiğim şu: Seninle beraber kaybolacağız İstanbul'da... Seni benimle sürükleyeceğim. Beni tanımıyorsun, bilmiyorsun. Benimle gelmen için bir neden yok. Ama geleceksin biliyorum. İlk an, ilk cümle, ilk dokunuş... Bu kez başlamadan yazmamın, yolculuğa çıkarken kalemimi kullanmaya başlamamın nedeni; bu kez dönüm noktalarımdan birini yaşayacağımı biliyor olmam. Bu şehir beni ya yutacak, ya adam edecek, ya bana yeni bir yol çizecek ya da sıradan bir durak olacak. Seni tanık ediyorum. Biri bana eşlik etmeli. Beraber dalmalıyız sokaklara, beraber karışmalıyız karanlığa, kalabalıklara; fırıncısını kontesini, fahişesini travestisini, Ermeni'sini Rum'unu, kilisesini camisini, yoksulluğunu zenginliğini beraber keşfetmeliyiz.
Belki de sen dahil kimse okumayacak bunları, kimseye ulaşmayacak bu yazdıklarım. 30'lu yaşlarını yalnız yaşamaya başlamış adamın biriyim. Yaşamım küçük odalarda geçti. Gezdim. Dolaştım. Yalnızlığımı örttüm. Mutsuzluktan beslenen yalnızlığımla hayata teğet geçmek yerine onun dibine indim. Budur beni İstanbul'a âşık eden. İkimiz de dipsiz kuyuyuz. İkimiz de sayısız kişiliği barındırıyoruz. İkimiz de hüznü sevinci, zenginliği fakirliği, coşkunluğu tükenmişliği, siyah ile beyazı, bütün zıtlıkları aynı anda yaşıyoruz. İstanbul'la ben birbirimize benziyoruz...
Şu anda Asmalımescit'te kiraladığım 55 metrekarelik evimdeyim. Üç ay oldu İstanbul'a yerleşeli. Burası benim yeni evim. Duvarları, parkeleri benimle solumaya başlayan bu evin âşık olduğum yeri, içinde değil dışında. Üstünde. 20 metrekarelik bir teras. Sigaramı yakıp, bir köşesine tünediğimde İstanbul'a hükmediyorum. Bir kralın sarayındaki görkemini içimde hissediyorum. 20 metrekarelik, paslı demirleri yağmurda akan bu teras, Altınboynuz'u, Adalar'ı, Topkapı Sarayı'nı önüme seriyor. Zaman içinde yolculuğa çıkıp padişahlara mütevazı terasımdan el sallıyorum.
Sabah ayazı yüzüme vuruyor. Yüzümün gerildiğini hissediyorum. Bir de şu sigarayı yakabilsem. İçmeyi bir türlü beceremediğim gibi, yakmayı da beceremiyorum şu mereti. Derin derin nefes alıyorum. İstanbul içime doluyor. İstanbul her şeyiyle içime doluyor. İstanbul'a hükmediyorum. Onunla dans ediyorum. Ben İstanbul'un içindeyim, İstanbul benim içimde. Ben hayatın içindeyim, hayat benim içimde...
Gözlerim bir şey arar gibi tarıyor İstanbul'u... Çatıdan çatıya, sağdan sola, soldan sağa, denizden karaya, Haliç'ten Üsküdar'a, Adalar'dan Boğaz'a... Uzağı görmek için gözlerimi kısıyorum. Boynum üşüyor. Yaka bağır açık bende. Oldum olası sevemedim ne balıkçı kazağını ne de atkı dolamayı. Burada günlerce kalabilirim.
kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder