Kitabın 9. 10. ve 11. sayfalarından tanıtım amaçlı alıntı yapılmıştır.
Kayboldum! Zeytin ağaçlarının arasında kıvrılarak akarken karşıma aniden üçe ayrılan bir çatal çıktı. Toprak yollar doğuya, batıya ve güneye doğru uzanıyordu. Civarda ne bir tabela vardı ne bîr İşaret, ne de gidip adres sorabileceğim evler veya insanlar! Bir köpek bile yoktu görünürde. Sadece sonbahar rüzgârının dallarda hışırdayan sesi! Hangi yöne sapmam gerektiğini bilmiyordum, tozlu yolların her birini hava kararmadan teker teker deneyecek gücüm de kalmamıştı, vaktim de. Arabadan indim, çaresizlikle dört bir yanıma bakındım. Hiç tanımadığım yörenin tozlu dağ yollarında kaybolmuştum.
Kilometrelerce ötedeki bir dünya metropolünde, tam da hayatının fırsatını yakalamışken, her şeyi tepip, düzenini bozup yollara düşen bir aptal da işte bunu hak ederdi:
Kaybolmak!
Sadece dağ yolunda değil, yanıtını bilmediği soruların, acı veren anıların, hâkim olamadığı olayların içinde de kaybolmak! Neden?
Bir şapka kutusu yüzünden!
Şu anda Ege'nin dağ yollarında kaybolmamın sebebi bir şapka kutusudur! Her şey, gözümün o kutuya takılmasıyla başladı.
Singapur'a gitmeye hazırlanırken yolumun bambaşka bir yöne akmasına, hasır şapkamı ezilmemesi için anneme ait bir şapka kutusuna koymaya kalkışmamın neden olacağını; yaşamımın bir yuvarlak karton kutu yüzünden seyir değiştireceğini söyleseler, gülerdim herhalde. Oysa ne kadar da sık duymuştum aile büyüklerinden kaderimizi tesadüflerin yönlendirdiğini. Başıma gelecekleri hileydim, anneannemin tekrarlayıp durduğu sözlere saçmalık gözüyle bakar mıydım hiç! Kaderci aileme rağmen, hedefe ulaşmayı şansa hiç bırakmamıştım ben!
Büyük boyutlu iki işimin Whitechapel Gallery'de sergilenmeye değer bulunmasının tesadüfle, şansla hiç ilgisi yoktu. Kendimi East End'deki galerilerden birine kabul ettirebilmek için, ne gerekiyorsa yapmıştım. Fakültede ve atölyede deli gibi çalışmamın yanı sıra, doğru yerlerde bulunmuş, doğru insanlarla tanışmış, doğru ipleri çekmiştim. Tüm bu çabalarımın meyvesini nihayet toplamak üzereydim.
Hayatımın fırsatı, yapıtlarımın çok önemli bir sanat eleştirmeninin dikkatini çekmesiyle çıkmıştı önüme. Saygın bir sanat dergisine sadece işimin değil, benim de farklı olduğumu anlatan bir yazı yazmıştı adam:
"İçindeki çığlığı işine yansıtabilen çok değişik bir sanatçı bu genç kadın! Sanki büyük bir yaralı kuş, malzemeyi kanat çırpışlarıyla paramparça ediyor, sonra tekrardan birleştiriyor, bütünleştiriyor, devasa bir acı gibi dikiyor ayağa. Uzaktan bakınca mermer dahi sanabilirsiniz yapıtını, oysa son derece hafif, kırılgan ve yırtılmaya hazır bir malzeme... kâğıt! Artistin becerisinde, çileyi asaletle çekmeyi bilen bir ırka mensup olmasının payı olduğunu düşünüyorum!"
Hakkımdaki olumlu yazıda, çile çekmesini bilen bir ırka mensup olmamdan çok, İstanbul'un, görsel sanatta parladığı ve çeşitli başka nedenlerle pek moda olduğu bir dönemden geçiyor olmamızın payı vardı. Yüzyıllardır oburca tüketen zengin Batı ülkeleri, içine düştükleri ekonomik kriz sonucunda dünyadaki diğer ülkelerin yeraltı zenginliklerinin dışında, kültürleri bulunduğunu da fark etmişler, gözlerini bulundukları noktadan azıcık daha doğuya çevirmişler ve son yılların parlamaya başlayan yıldızını (ya da pazarını diyelim) keşfetmişlerdi. Onca zamandır görmezden geldikleri ülkenin sanatını şimdi merak ediyorlardı. Müziğimizi, resmimizi, edebiyatımızı da! Geç kalmışlardı ama olsun varsın, şikâyete hakkım yoktu çünkü benimle ilgili bu yazıdan sonra, gerisi çorap söküğü gibi gelmişti. Bugüne kadar ancak ünlü sanatçıların sergi açılışları için gittiğim galeride, yakında benim de iki ayrı işim sergilenecekti!
Steven Marking'in yazısında söz ettiği gibi, bir kuşa benzerliğim olağandı ama ilk kez kanadı kırık, aciz bir kuş değil de yükseklere doğru kanatlanmış bir kuştum!
Bu kitabı KitapGalerisi'nden bu linke tıklayarak satın alabilirsiniz.kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder